
Drau Vadisine Yolculuk: 2 – Ataların İzinde
Drau Vadisine Yolcuk
İkinci Bölüm: Ataların İzinde Drau’ya Yolculuk
21 Nisan 2025, Budapeşte’deki otelimizde sabah 04:30 gibi kalktık. Saat 05:55 treni ile Viyana’ya gideceğiz. Budapeşte metrosu saat 05:00’te açılıyor. Tren garı metro ile yarım saat sürüyor. Herkes çok heyecanlı; gezimizin ana noktası olan Drau vadisine gidiyoruz. Ortalama yaşları 18 ile 20 arası olan gençlerimiz de ilk defa duydukları Drau vadisi ve oraya dikilen anıtı görmek için sabırsızlanıyorlar. Otuz kişilik kafile ile ıssız Budapeşte sokaklarında yürüyoruz. Otelimiz ile metro istasyonu arasında yaklaşık dört yüz metre mesafe var. Gurubumuz, disiplinli bir şekilde metroya ulaşıp bomboş vagonlara yerleşiyor. Yaklaşık yirmi beş dakikalık bir yolculuktan sonra, tren garına ulaşıyoruz. Budapeşte’de duyduğumuza göre birden fazla tren garı var. Biz Viyana’ya giden tren garına geliyoruz.

Budapeşte’de bize kılavuzluk yapan Fatih Ekim kardeşimiz, bizden erken gelmiş tren garında bizi bekliyor. Fatih’te Viyana’ya bizimle gelecek. O zaten Viyana’yı su yolu yapmış; sık sık gidip geliyormuş. Tren, gerçekten de belirtildiği gibi tam saatinde 05:55’te perona yaklaşıyor. Tren peronda en fazla iki dakika duruyor. Tren biletlerimiz DicoverEU projesi kapsamında internetten alınıyor. Gençlerimiz bütün bu işlemleri büyük bir maharetle yapıyorlar.
Hızlı bir şekilde trene binip trende yer arıyoruz. Biletlerimiz rezerve olmadığı için numarasız vagonlara biniyoruz. Sabah erken olduğu için bütün ekip tek bir vagonda yer bulabiliyoruz. Tren oldukça rahat görünüyor. Budapeşte-Viyana arası yaklaşık olarak iki buçuk saat civarında sürüyor. Aslında hem yorgun hem de uykusuz olmama rağmen uyuyamıyorum. Ekibimiz doğrudan II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden Kuzey Kafkasyalılar için dikilen anıtın yer aldığı Drau nehri kıyısındaki İrchen köyüne gidecek. Trenimiz 08:30 civarında Viyana’da olacak, oradan aktarma yoluyla İrchen’e gideceğiz.

Aktarma sırasında üç saatlik bir zamanımız olacak. Viyana tren garına indiğimizde, Viyana Adıge Xase Başkanı Yusuf Atik kardeşimizi bizi bekler vaziyette bulduk. Yusuf Atik kardeşimiz Yozgatlı bir Çerkes. Viyana’da en çok Yozgatlıların var olduğunu söylüyorlar. Bunu, Samsun ve Sakarya’lılar takip ediyormuş. Kısacası tüm Avusturya genelinde dört yüz bin civarında Türkiyeli yaşıyormuş. Ayrıca Rus-Çeçen savaşı sırasında buraya gelen önemli miktarda Çeçen de varmış.
Valizlerle gezmek problem olacağı için, Yusuf Atik kardeşimizin park halindeki otomobiline, şoför koltuğu dahil valizlerimizi daha sonra almak üzere tıka basa dolduruyoruz. Gençler üç saatlik boş zamanı değerlendirmek üzere gruplar halinde çevreye dağılırken, Yusuf Atik kardeşimiz, Veysel ve Fatih Ekim’le birlikte bizi bir kafede ağırlıyor. Burada derin bir sohbete dalıyoruz.
Viyana tren garının bulunduğu bölge, Türk nüfusunun yoğun olarak yaşadığı bir bölge imiş. Burada Türk ismi taşıyan birçok işletme görüyoruz. Saat 11:45 gibi yeniden tren garında bir araya geliyoruz. Valizlerimizi Yusuf’un aracından alıp Tren istasyonuna doğru harekete geçiyoruz. Daha önceden alınmış biletlerimizle peronda yerimizi alıyoruz. Avusturya Adıge Derneği Başkanı Yusuf kardeşimiz kendi aracıyla Drau’ya gelecek. Beni de otomobille götürmek istiyor. Tren seyahati çok hoşuma gitti. Hem trenle çevreyi daha iyi görürüz diye gençlerle kalmayı tercih ediyorum. Fatih Ekim’i Yusuf’a veriyoruz. Biz Veysel’le birlikte trene biniyoruz. Yusuf kardeşim valizle işim olmadığı için benim valizimi taksiden indirmeden direkt olarak Drau’ya götürmek istiyor. Valiz yükünden kurtulmuş olarak trene rahat biniyorum. Rotamız Avusturya’nın kuzeyi, yani Alp dağları. Tren Avusturya’da yaygın olarak kullanılan bir ulaşım aracı. Ülkenin neredeyse tamamına yüz yıla yakındır tren ulaşımı sağlanmış.

Viyana’dan her yere direkt tren ulaşımı yok. Bazı istasyonlarda aktarma yaparak neredeyse her yere ulaşmanız mümkün. Bizim gideceğimiz yer, Karantiya eyaletine bağlı, Ober Drauburg kasabasının İrchen köyü. Önce dört saatlik bir yolculukla Spittal’a gideceğiz. Burada yirmi dakika bekledikten sonra İrchen’den geçen trene aktarma yapacağız. Gençlerimiz internet canavarı. Avusturya haritasını ve İrchen’i nokta olarak tespit ediyorlar. Saat kaçta oraya varacağımızı bile söyleyebiliyorlar.
Trenimiz üçüncü saatten sonra, Alp dağlarının ilk öncülerine ulaşıyor. Manzara gittikçe güzelleşiyor. Sırtlarını Alp dağlarına yaslamış güzel Avusturya köylerini seyrederek hızla Drau vadisine doğru gidiyoruz. Bir taraftan da oturduğumuz yerden, trenin panolarından nerede olduğumuzu ve Spittal’a ne zaman varacağımızı görüyoruz. Tren gerçekten de çok konforlu. Tam olarak Türkiye’deki hızlı tren ayarında olmasa da ona yakın sayılır.
Trende Veysel ile yan yana oturuyoruz. Pencereden bakınca tren yoluna paralel akan bir ırmak görüyorum. Burası büyük ihtimalle Drau nehri olmalı diyorum. Tahminimde yanılmıyorum. Drau, Tuna hariç Avusturya’nın en büyük ırmağı imiş. Spittal tren istasyonunda iniyoruz. Buradan aktarma yaparak Lienz’e giden trene bineceğiz. İrchen köyü bu yolun üzerinde kalıyor. Bu arada Yusuf ile Fatih İrchen köyüne varmışlar. Bizi istasyonda karşılayacaklar.
Yirmi dakika kadar bekledikten sonra, yine dakik olarak Lienz treni perona yaklaşıyor. Kafilemiz alışkanlık kazandığı için, otuz kişi yarım dakikada trene biniyoruz. Yine öncü ekiplerimiz vagon araştırması yapıyor. Haber gelince toplu olarak o vagona geçiyoruz. Yaklaşık olarak kırk beş dakikalık bir yolumuz kaldı. Lienz trenine bindikten sonra artık Drau nehrine paralel olarak yol alıyoruz. 28 Mayıs 1945 tarihinde, İngilizler tarafından Ruslara teslim edilmek istenen insanların azgın sularına atlayarak boğuldukları nehre dalgın gözlerle bakıyorum. Bu azgın cehennemden sağ kurtulup, İzmit Uzuntarla köyünde on dokuz yıl evimizde misafir olarak kalan, bin dokuz yüz altmış dokuz yılında af kararı ile Rusya’ya dönen “Haçe Amca”dan dinlediğim bu coğrafyayı bir türlü gözümde tam olarak canlandıramıyordum.
Sık ormanlarla kaplı Alpler, onun eteklerinde akan azgın Drau nehri artık karşımdaydı. Çok tuhaf gelebilir ama bu topraklar bana tanıdık gibi geliyordu. On beş yaşına kadar beraber olduğum Haçe amcanın anlattığı Drau Nehri, İrchen Köyü, Ober Drauburg kasabası, hepsi karşımdaydı.
Vagonun ışıklı göstergesi, iki durak sonra İrchen köyünü gösteriyordu. İrchen’den sonra da tanıdık bir isim olan Ober Drauburg kasabası geliyordu. İrchen’e bir durak kala, grup liderleri kendi ekiplerini harekete geçiriyorlar. Bütün valizler raflardan indirilip herkes trenin kapısı önünde hazır vaziyette bekliyor. Vagonun iki çıkış kapısını da bizimkiler tutmuş.
Avusturya’da ilginç bir uygulama var. Bizdeki belediye otobüsleri gibi “inecek var” butonuna basmak gerekiyor. Bir kişinin basması bile trenin durmasına yetiyor. Kazara kimse basmaz, ya da binecek kimse de olmazsa tren durmayabiliyor. Tren İrchen istasyonuna girdiğinde, saatler oranın yerel saatiyle 16:30’u gösteriyordu. İstasyonda bizi büyük sürprizler bekliyordu. Başta İrchen Belediye Başkanı, Başkan Yardımcısı, İrchen Tarih Derneği Başkanı, Avusturya Çerkes Derneği Başkanı Yusuf dahil, yedi otomobil bizi karşılamaya gelmişti.
Tren istasyonu ile köy arası iki kilometrelik bir mesafeydi. Bu mesafeyi valizlerle yürümek mümkün değildi. Veysel ile Yusuf Atik kardeşimiz daha önce buraya geldikleri için buradaki bazı insanlarla dostluklar kurmuşlardı. Biz de ayak üstü Belediye Başkanı ve diğerleri ile tanıştık. Ekibimiz grup disiplininde olduğu için, hemen araçlara yerleşerek sırtını Alp dağlarına dayayan köyün yokuşlarını tırmanmaya başladık. Yaklaşık yedi sekiz dakika süren yolculuktan sonra, araçlarımız kalacağımız otelin otoparkına sırayla yanaştılar. Hazırlıklar daha önceden yapıldığı için hiç beklemeden belirlenen odalarımıza yerleştik. Kaldığımız otel, sanırım otuz beş kırk kişinin kalabileceği küçük bir butik otel. Gençler sanırım bana iltimas geçmişler. Tek kişilik ve Alpleri karşıdan gören muhteşem bir manzaraya sahip odayı bana tahsis etmişler. Balkona çıkarak bu eşsiz manzarayı fotoğraflıyorum. Daha sonra hızımı alamayıp bu güzel manzarayı yakınlarımla paylaşmak için görüntülü telefon konuşmaları yapıyorum.
Otele yerleşmemiz, bavulları açıp odaya yerleştirmemiz, duş vs. derken müthiş derece yorgun olduğumu hissediyorum. Budapeşte’de üç günde yaklaşık seksen bin adım atmışım. Sabah 04:30’da kalkmışım. Yaş yetmiş olunca vücut sinyal vermeye başlamış.
Akşam yemeği saat 19:00’da. Buradaki otellerde normalde sabah kahvaltısı dışında yemek verilmiyor. Oteli tamamen kapattığımız için otel sahibi isteklerimiz çerçevesinde bir menüyle bize akşam yemeği de hazırlıyor. Saat 17:00 olmuş. Yemeğe iki saat var. Biraz dinleneyim diyerek yatağa uzanmışım. İki dakika sonrasını hatırlamıyorum. Telefon çalmaya başlayınca uyandım. Arayan Veysel başkan. Yemeğin hazır olduğunu haber veriyor.
Akşam yemeğinden sonra, kısa bir değerlendirme toplantısı yapıyoruz. Ertesi gün 22 Nisan 2025, Drau katliamında hayatını kaybedenler için dikilen mütevazi anıtta biz de mütevazi bir program icra edeceğiz. Drau anıtı, katliamdan kurtulan ve Almanya’da o tarihlerde “Batı Avrupa Müslümanları Cemiyeti” adıyla örgütlenen İbrahim Gacaoğlu ve arkadaşları tarafından dikilmiştir. İbrahim Gacaoğlu, 1903 yılında Kuzey Kafkasya’nın Karaçay bölgesinde dünyaya gelmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında Stalin karşıtı rejim muhalifi olarak bilinen bir isimdi. Almanların yenilerek Rusya’dan çekilmeleri sırasında, Gacaoğlu da ülkesini terk etti. Avrupa’da çeşitli mülteci kamplarında bir müddet kalan Gacaoğlu; İngilizlerin Drau kampında yaşayan Kafkasyalı Müslümanları Ruslara teslimi sırasında kamptan kaçarak hayatta kalabilenler arasında yer aldı. Savaş sonrası, uzun yıllar gizlenmeyi başaran İbrahim Gacaoğlu, tekrar inşa edilen Almanya’da hayata yeniden merhaba dedi. Gacaoğlu, Almanya’nın Münih şehrine yerleşerek burada kendine bir hayat kurdu. Kafkas kökenli birkaç arkadaşıyla birlikte, farklı milletlere mensup Müslümanları bir araya getirerek “Batı Avrupa Müslümanları Cemiyeti” adıyla kurduğu organizasyonla sembolik de olsa Almanya’nın ilk camilerinden birinin kurucusu olmuştur. Gacaoğlu dindar bir insandı. Drau katliamından kurtulan Sovyet toplumlarından, Kazaklar, Gürcüler, Tatarlar, Ukrayna’lılar ve daha birçok topluluk Drau ırmağı kıyısına anıtlar dikerek soydaşlarının anısını yaşatmaya çalışıyorlardı. Katliamın on altıncı yılında, Gacaoğlu ve arkadaşları 28 Mayıs 1961 tarihinde İrchen köyüne mütevazi bir anıt dikerek soydaşlarının hatıralarını ebedileştirmeyi amaçladılar. Kuzey Kafkasyalılar adına dikilen anıt, katliamın yaşandığı mülteci kampı alanına yaklaşık beş altı yüz metre mesafededir. Anıtın kitabesi Almancadır. Türkçe tercümeyle şu ifadeler yer almaktadır.
“Burada 28 Mayıs 1945 tarihinde, 7000 Kuzey Kafkasyalı, kadın ve çocuklarıyla birlikte Sovyet makamlarına teslim edildiler. İslamiyet’e olan sadakatleri ile Kafkasya’nın istiklali ideallerine kurban gittiler”
Gacaoğlu ve bir grup arkadaşı sağ oldukları süre zarfında, zaman zaman burada mütevazi de olsa anma programları icra ettiler. En son 1988 yılında anıtı ziyaret eden Gacaoğlu, 1989 yılında vefat etti. Maalesef çok üzücüdür ki, bu tarihten sonra anıt, istisnaların dışında neredeyse unutuldu.
Bu anıtı unutmayan ve sürekli hizmetinde bulunan, anıta iki yüz metre mesafede oturan Alman Şeneberger ailesine ne kadar teşekkür etsek azdır. Anıtın dikilişinin üzerinden 64 yıl geçmesine rağmen anıt pırıl pırıl. Demir parmaklıklarının boyaları sürekli yenilenmiş. Çevre temizliği yapılıyor ve çimleri sürekli biçiliyor. Anıta dikilen çiçeklerin bakımı da özenle yapılmış. Şeneberger’lere teşekkür ediyoruz.
22 Nisan sabah heyecan içinde uyandık. Gençlerimiz de çok heyecanlı. Heyecanları gözlerinden okunuyor. Bugün anıtta tören yapacağız. Tören saat 11:00’de olacak. Türkiye saatiyle de 12:00 oluyor. Aynı zamanda canlı yayın yapacağız.
Kahvaltıdan sonra odaya çıkarak, Çerkeskamı ve çizmelerimi giyerek tören hazırlığımı tamamlıyorum. Aşağı indiğimde gençler için de sürpriz oluyor. Herkes kıyafetimin çok güzel olduğunu ifade ediyor. Tören alanı otele yaklaşık bir kilometre mesafede. Avusturya derneği başkanı Yusuf kardeşim beni taksiyle götürmek itiyor. Ben gençlerle birlikte yürümek istiyorum.
Otuz kişilik kafile, İrchen köyünün sokaklarında toplu olarak aşağı doğru iniyoruz. Bizimle karşılaşan köylüler beğenilerini ifade eden hareketlerle selamlar veriyorlar. Arabalarla geçenler kornalarla bizi selamlıyorlar. Ağır adımlarla anıta doğru yürüyüşümüzü yapıyoruz. Bir taraftan da gençler canlı yayınla yürüyüşümüzü Türkiye’deki dostlarımıza ulaştırıyorlar.
Törenimize, İrchen Belediye Başkanı Manfred Dullnig, Başkan Yardımcısı Peter Sommer, İrchen Tarih Derneği Başkanı Hans Jörg Mandler de katılacaklar. Gerçekten de İrchenliler bize kendimizi çok özel hissettiriyorlar. Yetkililerin ifadesine göre köylerinde ilk kez böylesine büyük bir anma töreni yapılıyormuş.
Bir Drauzedenin ellerinde büyüyen biri olarak, çocukluğumda dinlediğim, olayların geçtiği coğrafyayı bir türlü hayalimde canlandıramıyordum. Zihnimden geçen düşüncelerin hızına ulaşamıyorum. Haçe Dede’nin, İslam Dede’nin, Nurbi, Kasım, Zepş ve Musa amcaların, dünyada mahşeri yaşadıkları topraklardayım şu an. Belki de onların çiğnediği bir toprak parçasına basıyorum. Şu anki duygularımı ifade etmem mümkün değil.
Yürüyüşümüz nihayete eriyor. Küçük, mütevazı ama bizim için çok büyük anlamı olan Drau anıtı bir anda karşımıza çıkıyor. Anıtı huşu içinde selamlayıp şehitlerimiz için dualar ediyor, Fatihalar okuyoruz. Kafilemizdeki gençler de büyük bir şaşkınlık içinde anıtın etrafında dönüyorlar. Hayretler içinde üzerinde Arap harfleri ile besmele bulunan, mezar taşlarından tanıdıkları hilal, altında ise anlamadıkları bir dilde yazılmış yazıyı dikkatle incelemeye çalışıyorlar. Bazı gençlerimizin de duygulandıklarını fark ediyorum.
İrchen belediyesi yetkililerinin de katılımı ile, tam saatinde töreni başlatıyoruz. Kafkas Vakfı yönetiminden genç kardeşimiz Mustafa Cinpolat’ın okuduğu Kur’an tilavetiyle programa başlıyoruz. Program tam bir huşu içinde icra ediliyor. Baştan sona kayıt altına alınıp Kafkas Vakfı Youtube kanalında yayına verildiği için programı uzun uzun anlatmaya gerek duymuyorum. Ekibimizde bulunan grup liderleri dahil kalabalık bir konuşmacı gurubunun tamamına söz veriyoruz. Herkes duygularını samimi bir şekilde ifade ediyor.
Drau anıtında icra ettiğimiz programdan sonra, bir müddet daha anıtın çevresinde çeşitli hatıra fotoğrafları çektirip, Drau nehrinin kenarına hareket edeceğiz. Aslında anıt, Drau nehrine kuş uçuşu en fazla dört yüz metre mesafede sayılır. Arada bir kara yolu, yanında tren hattı ve özel mülk tarlalar olduğu için ulaşım imkânı yok. Bulunduğumuz anıta bir kilometreyi biraz aşan mesafede, tren istasyonunun yanındaki Drau nehri üzerinde kurulu bir köprüye kadar yine yaya yürümeye kara veriyoruz. Asfalta çıkmaya gerek olmadan, yan yolda yürüyerek Drau’ya ulaşıyoruz.
Drau bir başkası için sıradan bir nehir olabilir ama, bizin için çok daha ötesi anlamı olan bir nehir. Burada yitip giden yedi bin canı düşünerek yürüyoruz. Yıllardır bizzat tanıdığım, katliamdan sağ kurtulan insanlardan dinlediğim, birçok insanın anılarında anlattığı Drau nehri capcanlı olarak karşımda duruyor. Dışarıdan bakanlara çok garip gelebilir, hepimiz sanki ilk defa bir nehir görmüş gibi köprünün üzerinden dakikalarca akan nehir sularını seyre dalmışız. Gerçekten de çok duygulanıyorum. Göz yaşlarımı gizlemeye çalışıyorum.
Gençler çevreye yayılmışlar. Bazıları nehrin kenarına inmişler, fotoğraflar çekiyorlar. Köprünün karşı tarafında oldukça geniş bir kumsal var. Oraya iniyoruz. Bütün kafile burada bir araya geliyoruz. Gençlere kısa bir konuşma yapıyorum. Drau nehrinin biz Kuzey Kafkasyalılar için ne anlama geldiğini, burada yaşanan dramı ve katledilen binlerce insanı anlatıyorum. Sovyetler Birliği yönetimi ve Stalin zulmünden kurtulup, özgürlüğe yürümek isteyen on binlerce insan, Vatanlarından çok ama çok uzaklarda, buralarda hayatlarını kaybettiler. Bizler seksen yıl sonra, onların izini sürmek ve onları yad etmek amacıyla buralara geldik. On sekiz, on dokuz yaşlarında pırıl pırıl bir genç kadro, nehrin kıyısında el açmış dua ediyor.
Duygulu gözlerle akan suya bakıyorum. Acaba Sultan Kılıç Geri, Kuşuk Ulagay, Aytek Namitok, Kerim Sobzoko, buralarda nehir kıyısında bir araya gelip durum değerlendirme toplantıları yapmışlar mıdır diye hayal kuruyorum. Drau nehrinde öyle bir büyü var ki, bir türlü yanından ayrılamıyoruz. Sanki atalarımızın manevi şahsiyetleri bu kıyılara sinmiş. Karşıda gördüğüm ağaçların arasından birileri çıkıp gelecekmiş gibi hayale kapılıyorum.
Törenle birlikte yaklaşık dört saatten fazla zaman geçmiş. Artık otele geri dönme zamanı diyoruz. Yusuf Atik kardeşimizin otomobil ile otele dönme teklifine artık hayır dememiz mümkün değil. Her ne kadar yiğitliği elden bırakmıyorsak da yaş yetmiş olmuş, yetmiş bire doğru hızla yürüyoruz. Belediye’nin bazı faaliyetlerini bize tanıtmak için program yapmışlar ona da katılmamız lazım. Otele gelip tören kıyafetimizi çıkardıktan sonra kısa süre dinleniyoruz. Verilen saatte randevu yerine gidiyoruz. Burada bizi İrchen Belediyesi kültür müdürü bayan karşılıyor.
İrchen Belediyesi, şifalı bitkilerin yetiştirildiği oldukça büyük güzel bir bahçe oluşturmuş. Burada aklınıza gelebilecek enva-i çeşit ot mevcut. Reyhan, rezene, kuzu kulağı, değişik nane türleri velhasıl Osmanlı sarayı baş hekimi Abdülhalik Mollanın tabiriyle “ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” denecek kadar bitki mevcut burada. Bu bahçenin yanında da bu bitkilerden üretilmiş, bitki çaylarını pazarlamak amacıyla oluşturulmuş, henüz tam olarak açılmamış olan satış merkezini de ziyaret ediyoruz. Buradan da bazı değişik çaylar alıyoruz.
Avusturya dernek başkanı Yusuf ile Fatih kardeşimiz Viyana’ya dönecekler. Fatih oradan da Budapeşte’ye dönüp girmesi gereken bazı dersleri takip ettikten sonra cuma günü tekrar Viyana’ya gelecek ve orada buluşacağız.
Ekibimizde yabancı dilde, İngilizce konusunda çok zengin sayılırız. Ben bile, el kol işareti ve yarım yamalak kelimeler ile İngilizce bir şeyler söyleyebiliyorum. Gençlerimiz maşallah hepsi de profesyonel tercüman gibiler.
Almanca konusunda Yusuf gidince biraz zorluk çekeceğimiz anlaşılıyor. Ancak sandığımız gibi olmuyor. Yusuf ile Fatih’i uğurladıktan sonra odama çıkıp yaklaşık bir saat dinlenip aşağı iniyorum. Salonda, yine Yusuf gibi Avusturya’da yaşayan Tamer kardeşimizle karşılaşıyorum. Tamer Linz şehrinden bizimle tanışmak ve bize rehberlik için gelmiş. Çok çabuk kaynaşıyoruz. Tamer, Çerkeslik konusunda çok hassas hatta ileri derecede hassas. Adını rehbere kaydetmek için yazarken, soyadını soruyorum. “Ben Türkçe soy ismimi kullanmıyorum” diyor. İlave ediyor “Karden Tamer” diye yazarsın diyor. Telefon rehberine adını “Karden Taner” diye kaydediyorum. Kahraman Maraş’ın Göksun ilçesine bağlı Fındık köyünden, otuz sekiz yıldır Avusturya’da yaşıyormuş. Şişe cam sektöründe çalışıyor. Viyana’ya iki yüz kilometre uzak olan Linz şehrinde yaşıyor. Tamer için kilometrelerin hiç önemi yok. Viyana’da yapılan bütün toplantılara da katılıyor. Karden Taner’in yeğeni Ankara Kafkas Derneği gençlik kolları başkanı Janberk Doğan da bizim kafilemizde yer alıyor. Hem bizimle olmak hem de yeğeni ile hasret gidermek için gelip aramıza katılmış. Uzun bir sohbet oluyor. Birçok ortak dostumuz olduğunu fark ediyoruz. Tamer ile Yusuf birlikte birçok işe imza atmışlar. Drau anıtına daha evvel bir iki kez gelerek köylülerle ve belediye yetkilileriyle tanışmışlar.
Akşam İrchen Tarih Derneği başkanı Hans Jörg Mandler ziyaretimize geldi. Tamer’in tercümanlığı ile uzun bir sohbetimiz oldu. Mandler, konu ile çok ilgili. 1945 yılına ait Nasa görüntüleri ile vadide yer alan birçok kampın yerini belirlemiş, görüntüleri bize vereceğini söylüyor. Grubumuzdan bazı gençler, buralara gelmişken, trenle dört saatlik mesafedeki Slovenya’nın başkenti Lubliyana’ya gitmek istiyorlar. Mandler de ertesi günü belediye başkanıyla birlikte ekibimizi Drau nehri kıyısından, Alplere doğru bir trekkinge davet ediyor. Grup, Slovenya seyahatini bir gün erteleyerek yürüyüşe katılma kararı alıyor. Ben ise yürüyüşe katılmak yerine, seyahat notlarını düzenleme ve yeni notlarımı hazırlamak için otelde kalıyorum.
Duyduğuma göre bizim gezi boyunca dakik hareket eden gurubumuz burada sınıfta kalmış. Önce iyi organize olamamışlar, ardından beş altı yüz metre yürüdükten sonra, yokuşta tel tel dökülmüşler. Başkan ve Mandler, bizimkileri yürüyüşten azat ederek kendileri yollarına devam etmişler. Bizim kafile de Drau kıyısına inerek orada vakit geçirmeye başlamışlar.
Drau kıyısında gezinirken, Mustafa Cinpolat’ın aklına bir kısa film çekme düşüncesi gelmiş. Kafkas Vakfı’nın genç yönetimi bir anda doğaçlama olarak filmin senaryo ve kurgusunu oluşturarak çekmeye karar vermiş. Filmde bana dede rolünü layık görüp, üç torunumla birlikte yıllar sonra büyük babamızın izini aramak için Drau’ya gelip orada anıtı bulup ziyaret etme ve bu çerçevede Drau katliamını anlatma amacını taşıyan bir kısa film çekme kararı alınmış. Tamer’in aracıyla gençler otele gelip beni aldılar. Tabi benim hazırlanmam biraz zaman aldı. Yeniden kostümlerimi giyerek hazırlandım ve Drau kıyısına geldik. Film ekibimiz hazırdı. Emin kameramanlığa soyunmuş, Mustafa senarist olarak repliklerimizi bize tekrarlattırıyor, Veysel adeta rahmetli Osman Sınav edasında komutları ile ciddi olarak havaya girmiş durumdaydı.
Senaryo gereği, Drau nehrine çevreden toplanan kır çiçeklerini bırakırken, ben ve torunlarım duygusal anlar yaşıyoruz. Yönetmenimiz Veysel Arıhan’ın STOP komutundan sonra grubumuzdan alkış sesleri yükseliyor. Yaklaşık yirmi dakikalık bir çekim gerçekleştiriyoruz. Farklı mekanlarda gerçekleştirdiğimiz çekimler montajlandıktan sonra beş dakikalık bir kısa film oluşacak. Ben bu filmin montaj sonrasını sabırsızlıkla bekliyorum.
Çekimden sonra otelimize dönüyoruz. Kısa bir dinlenmeden sonra, İrchen köyünün sırtını dayadığı vadinin diğer tarafındaki Alplere doğru yürümek istiyoruz. Tamer ve Veysel ile yükseklere doğru çıkıyoruz. Yine karşımızda müthiş bir manzara görünüyor. Drau nehrine bu sefer İrchen köyü tepelerinden bakıyoruz. Yine bu güzel manzaradan canlı yayın yapıyoruz.
Günlerden 23 Nisan. Türkiye’de bayram günü, biz Alplere tırmanıyoruz. Kısa bir süre soluklanmak için duruyoruz. Gençlerden biri heyecan içinde “İstanbul’da deprem olmuş” diyor. Telefonlardaki aplikasyonlar Alp dağlarında da bize anında depremi bildiriyor. Ailelerimizi hemen arayıp durumu soruyoruz. Çok şükür herhangi bir hasarın olmadığını öğrenerek rahatlıyoruz. Aldığımız bu tatsız haber üzerine zirve tırmanışını yarıda bırakarak otelimize geri dönüyoruz. Otelimizin işletmecisi genç karı koca güler yüzlü insanlar. Oteli Üç ay önce devralmışlar. Restore ettikten sonra, ilk müşterileri biz oluyoruz. Burada normal sezon mayıs ayının ortalarında açılıyormuş. Bizim için özel olarak açmışlar. Otel sahibinin eşi Polonya asıllı güler yüzlü bir bayan. Bir buçuk iki yaşlarında Valentina adlı küçük kızları var. Valentina ekibimizin adeta maskotu olmuş durumda. Kucaktan kucağa kapışılıyor.
Ertesi gün gençler Slovenya gezisine gidecekler. Geziye katılmak isteğe bağlı. Biletler Avrupa birliği fonundan ücretsiz olarak karşılanıyor. Bazı grup liderleri dinlenmek, İrchen köyünde vakit geçirmek istiyor. Yaklaşık yirmi kişilik ekip Şevval’in başkanlığında saat 06:00’da hareket ediyor. Otel yönetimi gençlerimizin kahvaltılıklarını kumanya olarak yanlarına vermiş, trende kahvaltılarını yapacaklar.
Biz; Veysel ve Tamer ile yanımıza otelde kalan gençlerden Tunahan’ı alarak İtalya’nın Paluzza kasabasına gitmek istiyoruz. Paluzza, navigasyonda bir saat on beş dakikalık yol olarak görünüyor. II. Dünya Savaşı sonrası, İtalya’nın Paluzza kasabası, Sovyet mültecileri için büyük anlamlar taşıyor. Bu kasaba ve çevre köyler on bini Kafkasyalı olmak üzere, elli bin civarında Sovyetler Birliğini terk eden mülteciye ev sahipliği yapmış. Paluzza’nın benim için de anlamı büyük. Bizim evimizde on dokuz yıl kalan Haçe Dede Drau’ya gelmeden önce burada uzun süre kalmış. Hatta yaşlı bir saat tamircisinin yanında az bir ücretle de olsa bir miktar para kazandığını söylerdi. Hatta buradan aldığı saati Kafkasya’ya dönerken hatıra olarak bana bırakmıştı. Saati bugün de gözüm gibi koruyorum.
Burada atalarımız ile ilgili izler aramaya gideceğiz. Giderken de Alp dağlarının bin dört yüz metre yükseklerinden geçen dar Plöcken geçidinden geçeceğiz. Ober Drauburg kasabasından yönümüzü Alplere doğru çevirip tırmanmaya başlıyoruz. Bir müddet tırmandıktan sonra, karşımıza müthiş bir panorama çıkıyor. Uzaktan Ober Drauburg ve İrchen köyü ayaklar altında. Atalarımız bu yoldan geçerek Drau ırmağının kıyısında kurulan kamplara inmişler. Bir müddet buradan canlı yayın yapıyoruz. Otomobilimiz geniş S harfi çizerek Alplerin zirvelerine doğru tırmanışa devam ediyor. Bir zirveyi geçtikten sonra ardından daha yüksek zirveler geliyor. Uçsuz bucaksız zirveler art arda sıralanmış. Aracın penceresinden dalgın dalgın bakıyorum. Kamptan kaçıp da bu ormanlarda, pusulasız ve rotasız bir biçimde nasıl yol aldıklarını, bazen bir ayı bulan dağdaki yaşamlarında nasıl hayatta kalabildiklerini anlamaya çalışıyorum. İki aracın ancak geçişebileceği, bir yanı uçurum dar yollardan geçip İtalya’ya doğru yol alıyoruz. Zor coğrafi koşullarda, bazen tünel, bazen de uzun viyadüklerle yolu yapmışlar.
Nihayet bin dört yüz metrelik rakımdaki Plöckenpass yazan levhaya ulaşıyoruz. Burası aynı zamanda, Avusturya İtalya sınırını da oluşturuyor. İtalya’ya hoş geldiniz levhasını geçiyoruz ama sınırda bizi karşılayan ve pasaport soran hiç kimse yok. İtalya sınırına girdikten sonra, Paluzza’dan Drau vadisine giderken atalarımızın iki mayısı üç mayısa bağlayan gece kar fırtınasına yakalandıkları geçitte bir müddet durup mekânı görüntülüyor ve canlı yayın yapıyoruz. Paluzza kasabası sınıra yaklaşık on sekiz kilometre mesafede yer alıyor. İnişe geçiyoruz. Her yer su kaynıyor. Zirvelerde eriyen karlar küçük derecikler şeklinde vadiye doğru iniyorlar. İtalya sınırından geçtikten sonra, ilk yerleşim yerine ulaşıyoruz. Burası Timau köyü ve Paluzza’ya bağlı. Timau’nun önemli bir özelliği varmış. Rus Kazakları Timau’da kampta yaşıyorlarmış. Buradan ayrılıp, Drauya giderken, başlarına gelecekleri bilmedikleri için, yanlarında bulunan paralarını Timau’daki kilisenin papazına geri dönerlerse almak üzere emanet etmişler. Papaza ayrıca bir vasiyette bulunmuşlar. Şayet geri dönemezlerse, bu paralarla büyük bir kilise yapmalarını söylemişler. 1945 Drau katliamında kaybolan ve geri dönemeyen Kazaklar için burada bir kilise inşa edilmiş.
Timau’dan geçerken, bize anlatılan kilise olduğunu tahmin ettiğimiz yapının önünden geçiyoruz. Dönüşte yakından incelemek üzere Paluzza’ya doğru hareket ediyoruz. Birkaç kilometre sonra, çocukluğumdan beri kulaklarımda olan Kuzey İtalya’nın küçücük Paluzza kasabasına ulaşıyoruz. Dikkatle çevreyi inceliyorum. Kasabanın içinde rastgele dolaşıyoruz. Acaba Haçe Dede’nın çalıştığı saatçi dükkânı hala var mıdır diye bakınıyorum. Paluzza’ya girdiğimizde saat 12:00’yi geçmişti. Bu İtalyanlar ilginç insanlar. Bilhassa kuzey İtalya, İspanyollar gibi, iki saat öğle tatili yapıyormuş. İnanır mısınız; su almak için açık bir market bile bulamadık. Her yer kapalı durumda.
Paluzza sokaklarında bir müddet dolaştıktan sonra, eski bir kilisenin önünde duruyoruz. Kitabesinden 1556 yılında inşa edildiğini anlıyoruz. Buradan da Paluzza’nın tarihi bir geçmişi olduğunu fark ediyoruz. Burada da kasabanın çevresini de göstermek amacıyla bir canlı yayın gerçekleştiriyoruz. Biraz vakit geçirip şehirdeki müzenin açılışını bekliyoruz. Tam bu sırada, Tamer’in telefonu çalıyor. Arayan Hans Mandler; Drau katliamına tanık olan doksan yedi yaşlarında İrchen’li yaşlı bir Alman olduğunu, saat 15:30’a randevu aldığını, bizimle görüşeceğini söylüyor. Mandler, bomba haberi sona saklıyor. Yaşlı Albert amcamızın evinin savaş sırasında General Sultan Kılıç Girey tarafından karargâh olarak kullanıldığını söylüyor.
Paluzza’da büyük bir heyecan yaşıyoruz. Artık Paluzza’da hiçbir şeyi gözümüz görmüyor. Bir an önce İrchen’e dönmek istiyorum. Tamer ile Veysel’e diyorum “Allah bu adamı doksan altı yıl yaşatmış, adam bizi beklemiş. Daha fazla sınırları zorlamayalım. Yarım saat sonra ne olur belli olmaz. Gidip bir an önce çekimimizi yapalım.”
Randevumuza iki buçuk saat zaman var. Paluzza’yı başka bir zamana bırakıp dönüş yoluna geçiyoruz. Timau’ya gelince on beş dakikalık bir mola verip, Rus Kazaklarının paralarıyla yapıldığı söylenen kilisenin önünde duruyoruz. Kitabesine baktığımızda da anlatılanlarla tam bir uyum sağlıyor. Kilise 1948 yılında inşa edilmiş. Rus Kazakları 1945 yılında buradan ayrılmışlar. 1945 yılının mayıs ayı sonunda Drau katliamına maruz kalarak yok edildikleri için, Timau halkı üç yıl bekledikten sonra bu kiliseyi inşa etmişler. Timau’dan da canlı yayın yaparak bu anı ölümsüzleştirmek istedik. Daha sonra, Drau katliamı tanığı olan yaşlı karı koca ile görüşme randevumuza yetişmek için dönüş yoluna geçtik.
Saat 15:00 civarında Paluzza’dan İrchen’e döndük. Otele uğrayıp kayıt cihazlarımızı aldık. Mustafa ile Emin de bu tarihi tanıkları kayıt altına almak için bizimle beraber geliyorlar. Tamer ve Veysel ile birlikte beş kişilik bir ekiple Albert ve eşi Gertraut hanımın evine doğru hareket ediyoruz. Bu Almanlar çok dakik adamlar, biz de onların dakikliğini dikkate alarak saat 15:27 gibi kapının önünde oluyoruz.
Tarih derneği başkanı Hans Manfred kapıda bizi bekliyor. Burada kısa bir değerlendirme yapıyoruz. Manfred’in ifadesine göre 97 yaşındaki Alfred Anberger çok az insanın anladığı eski bir Alman lehçesi ile konuşuyor. Kendisi günümüz Almancasına aktaracak, Tamer de oradan bize aktaracak. Ayrıca bizi uyarıyor, bu aile eve ayakkabı ile girmiyormuş, o yüzden ayakkabılarınızı çıkarmanızı rica edeceğim diyor. Biz de gülüyoruz. Bizim kültürümüzde de ayakkabı ile eve girilmez diyoruz. İçeri giriyoruz, elli yaşlarını aşkın bir hanımefendi bizi karşılıyor. Kızları oluyormuş, büyük bir nezaketle içeri buyur ediyor. İki ihtiyar bütün sevimlilikleriyle karşımızdalar.
Albert Amcamız 97, Gertraut Ninemiz de 92 yaşında ve oldukça dinç görünüyorlar. Albert Amcanın kulakları ağır işitiyor, Manfred bizleri tanıtıyor. Albert Amca hemen konuya giriyor; Kafkasyalılar geldiklerinde on altı yaşlarındaymış. Babası Alman ordusunda savaşta hayatını kaybetmiş. Annesi ve üç ablasıyla birlikte evde kalıyorlarmış. Evleri çok büyük olduğu için, İngiliz askerleri gelip eve el koymuşlar. Burayı Kafkasyalı mültecilerin yönetim karargâhı yapmışlar. General Sultan Kılıç Giray üst kattaki bir odayı kullanıyormuş. Ayrıca, Kılıç Girayla birlikte otuz civarında yardımcısı da onların evinde kalıyorlarmış.
Alfred Amberger, bazen duygulanarak, göz yaşları akıtarak anlattıkça anlatıyor. Biz insicamın bozulmaması için tercüme işini de sonraya bırakarak sadece Alfred Amberger’in anlatımını kayıt altına alıyoruz. Eşi Gertraut hanımefendi o tarihlerde çocukmuş. İrchen köyünün üst tarafında yayla tabir edilebilecek bir yerde oturuyormuş. Oturdukları yüksek yerden kamp alanında gece yanan ateşleri hatırlıyor. 28 Mayıs 1945 sonrası, kamptan kaçanların evlerinin oralara geldiğini ve acayip kıyafetli insanları gördüğünde korkup içeri kaçtığını, ailesinin ise onlara yiyecek bir şeyler verdiğini anlatıyor.
Sohbet bir saat planlanmıştı. Albert Amca anlattıkça anlatıyor. Konuşma arasında ilginç şeyler anlatıyor. Bu durumda, Hans Manfred devreye girerek tercüme ediyor. Albert Amcanın anlattığı ilginç bir olay şöyle gelişiyor. Kamptan kaçan ailelerden birinde yeni doğmuş üç haftalık bir bebek varmış. Bu aile, bebeği bu şartlarda koruyamayacağı için, köyde bir aileye emanet veriyor. Tabi ki aile, durumlar yatıştıktan sonra gelip çocuğu almak üzere emanet etmiş. Anlatılanlara göre, çocuğu almaya gelen olmamış. Küçük çocuk ilkokulu bitirene kadar, İrchen’de kalmış. Daha sonra Avusturya devleti yetkilileri çocuğu Viyana’ya götürmüşler. Gertraud Nine’nin ifadesine göre, bu çocuk daha sonra Viyana’da ünlü bir besteci olmuş. Orada oturanlar olarak birbirimize bakıyoruz. Yaşıyorsa, şu anda seksen yaşlarında olacak olan bu hemşerimizin izini daha sonra aramak üzere iki saat kaldığımız Amberger’lerin evinden ayrılıyoruz.
Kayıt altına aldığımız iki saatlik videodan, bazı sesleri Almanya’da doğup büyümüş üniversite okumuş, bazı tanıdıklarımıza gönderiyoruz. Çoğu konuşmalardan hiçbir şey anlamadıklarını ifade ediyorlar. Kayıtları bir şekilde çözeceğiz. İrchen’deki son günümüzde, General Sultan Kılıç Girey’in karargâh olarak kullandığı evi bulmamız, önemli bilgiler edinmemiz ekipçe morallerimizi üst sıraya taşıdı.
Vakit çok çabuk geçiyor. Ertesi sabah 07:40 treniyle önce Spittal, oradan aktarma ile Viyana’ya geçiyoruz. Sabah kahvaltısı için 06:00 gibi kalktık. Kahvaltımızı yaparken bir de baktık ki belediye başkanı ve eşi, başkan yardımcısı, Tarih Derneği başkanı Hans Mandler ve eşi araçları ile bizi yolcu etmeye gelmişler.
Kahvaltıdan sonra, otel işletmecisi, otomobiline römork takarak bavullarımızı buna doldurarak istasyona taşıdı. Otuz kişilik kafile otomobillere doluşarak tren istasyonuna geldik. Tren istasyonunda topluca fotoğraflar çektirdik. Belediye başkanı dahil bizi yolcu etmeye gelenler yarım saate yakın istasyonda bekleyip bizi trene bindirdikten sonra el sallayarak uğurladılar.
Beş saatlik bir yolculuktan sonra, öğle saatlerinde Viyana tren garına giriyoruz. Burada yine bizi Yusuf Atik ile Fatih Ekim karşılıyor. Çok fazla beklemeden otelimize gidiyor ve yerleşiyoruz. Viyana’da bir buçuk günlük zamanımız var. Akşam Viyana’daki hemşerilerimizle buluşma var. Yusuf Atik Viyana’da Samsunlular Derneği lokalinde bir toplantı ayarlamış. Samsunlular Derneği lokali çok amaçlı kullanılan bir yer. Alt katında bodrum gibi bir yerde genişçe bir mescit var. Cuma günleri lokalde düzenleme yapılarak Cuma namazı da kılınıyormuş. Dernek yönetiminde de bir hemşerimiz bulunduğu için zaman zaman burayı Avusturya Adıge Derneği de kullanıyormuş.
Burada hem bizim gençler hem de Viyana’daki hemşerilerimiz iki saate yakın mahalli oyunlarımızı oynayıp sohbet ediyoruz. Yusuf Atik kardeşimiz bizi ve Veysel Arıhan’ı kürsüye davet ederek Viyana’daki hemşerilerimize Vakfımızı ve gezi amacımızı anlatıyoruz.
Viyana’da asıl programımız 29 Mayıs tarihinde olacak. YTB ile birlikte yürüttüğümüz proje kapsamında hazırlamış olduğumuz Drau Belgeseli. Viyana’daki Yunus Emre Enstitüsünde gösterimde olacak. Viyana’da yaşayan soydaşlarımızı bu programa davet ediyoruz.
Gece otelimize geri dönüyoruz. Ertesi günü Viyana gezisine ayırdık. Sabah kahvaltısının ardından gruplar halinde dağılıp geziyoruz. Belli bir saat belirleyip ünlü Çerkes dayı anıtının yanında buluşuyoruz. Evliya Çelebi seyahatnamesinde de bahsi geçen Çerkes dayı, birinci Viyana kuşatması sırasında surlarda açılan delikten atıyla birlikte atlayıp içeri giren ve savaşarak hayatını kaybeden bir yeniçeri askeri anısına dikilen sembolik bir anıt. Burada gençlerimiz yine canlı yayın açıyorlar. Gençlerimize Çerkes dayı efsanesi hakkında Evliya Çelebi seyahatnamesinde okuduğum bilgileri aktarıyorum. Biraz da II. Viyana kuşatması ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dan bahsediyorum.
Buradan ayrıldıktan sonra Yine Fatih Ekim kardeşimizin rehberliğinde Viyana sokaklarını arşınlıyoruz. Viyana’yı gezerken bir şeyi fark ettim. Birinci Viyana, onuncu Viyana, on ikinci Viyana tabirlerini sık sık duyduğumu fark ettim. Viyana bu şekilde yirmiden fazla bölümden oluşuyormuş. Yürüyerek tarihi alanların bulunduğu bölümleri gezdik. Saraylar ve Avusturya Parlamento binası derken oldukça yorulduğumuzu fark ettik.

Nihayet içeri giriyoruz. Veysel biraz işi abartmış. Acıktık diye 180 gramlık duble ekmek arası döner siparişi veriyor. Bunu yemek için de büyük bir uğraş veriyoruz. Dönerciden sonra biraz hafif de olsa yürüyüş yapıyoruz. Sonra bir kafede oturuyoruz. Yusuf Atik bulunduğumuz kafeye geliyor. Bir müddet sohbetten sonra, bizi otele bırakıyor. Sabah sekiz gibi otelden çıkıp hava alanına gideceğiz.
Dönüşümüz de üç ayrı grup halinde olacak. Saat 08:00 gibi otelden çıkıp Viyana hava alanına varıyoruz. Saat 11:00’de uçağımız havalanacak. Yorucu bir on günü geride bıraktıktan sonra Viyana’ya elveda diyoruz.
Biz, YTB ile yürüttüğümüz proje kapsamında, Drau katliamında hayatını kaybedenleri gününde anmak üzere 28 Mayıs’da İrchen köyünde olacağız. 29 Mayıs’da da Viyana Yunus Emre Enstitüsü’nde belgesel gösterimi ve söyleşi programına katılacağız. Viyana’daki dostlarımızın hepsini bekliyoruz.