Samir Babaoğlu ile Azerbaycan ve Azerbaycanlılar üzerine söyleşi

Son üç aydır Azerbaycan ve Karabağ meselesi geçmişte olmadığı biçimde gündemimize girdi. Türkiye belki yüz sene sonra Kafkasya’yla ilgili en cesur hamlelerini yaptı. Olayların bütün dünyayı etkisi altına alan korona dönemine denk gelmesi konu üzerine yoğunlaşmamızı engellemiş olabilir ama tarihi günlerden geçtiğimizi anlamak için internet üzerinden birkaç dakika arama yapmak yeterli olur diye düşünüyorum.

Samir Babaoğlu bu süreçte soğukkanlılığı elden bırakmayarak ve tarihi olayları göz ardı etmeyerek yaptığı açıklamalarla ve kaleme aldığı yazılarla gündeme gelen bir isim oldu. Onunla uzunca bir söyleşi yapma fikri bu şekilde kafamda canlandı. Sağ olsun o da bu isteğimize olumlu bir karşılık ve sorularımıza doyurucu cevaplar verdi. Biraz konudan konuya hızlı geçen bir söyleşi gibi görülebilir ama bunu da Azerbaycan’la ilgili ilk defa söyleşi yapmamın heyecanı olarak yorumlayabiliriz.

Özetlemek gerekirse; Azerbaycan’da kimlik tartışmaları, tarihten günümüze Karabağ meselesi, Türkiye’den Azerbaycan’a koridor inşaası, Türkiye ve Azerbaycan arasında gelişen ilişkiler, İsrail’in Azerbaycan’a olan desteği, Aliyev yönetimleri, Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya söylemleri, kısa ömürlü Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti, Şamil Basayev’in Karabağ’daki faaliyetleri, Azerbaycan’daki Çeçen mülteciler, Azerbaycan’daki Kafkas halkları, Türkiye’deki Azerbaycanlılar, Türk medyasındaki yorumcuların Kafkasya’daki olaylara yaklaşımları gibi birçok konuyu Samir Babaoğlu ile açmaya çalıştık. İlgililere sunulur.

En temelden başlamak istiyorum. Azerbaycanlılar mı, Azeriler mi, Azerbaycan Türkleri mi? Ne dememiz gerekiyor ve bütün bu kavramlar nasıl ortaya çıktı?

Son zamanlarda Azerbaycanlılar “Azeri” kelimesine çok fazla tepki göstermeye başladılar. Bu anlamda temel argümanları da etnik olarak Azeri diye bir halkın mevcut olmamasıdır. Haklılar, çünkü hakikaten Azeri diye bir halk yok. Ama şöyle de bir durum var. Türkiye’de Orta Asyalı Türklere de akademik kullanım dışında Özbekistan Türkleri, Kazakistan Türkleri demiyorlar. Kırgız, Özbek, Kazak veya Türkmen diyorlar ve bu tanımlamalar da gördüğüm kadarıyla onlar açısından bir rahatsızlık oluşturmuyor. Türkiye’de “Özbekistanlılar”, “Türkmenistanlılar” diye bir tanımlama da hiç kullanılmıyor çünkü bu şekilde ifade etmek dil kullanımı açısından zor geliyor. “Azerbaycanlılar” veya “Azerbaycan Türkleri” ifadesi de kullanım açısından zor olduğu için “Azeri” demek daha kolay geliyor bir çoğuna. Peki Azerbaycanlılar neden bu kadar tepki gösteriyor “Azeri” ifadesine? Bunun birkaç sebebi var.

Birincisi, “Azeri” tanımlaması yapıldığı zaman ötekileştirildiklerini düşünüyorlar. Yani, “Sizinle aynı dili konuşuyoruz, aynı etnik kökene sahibiz, neden siz Türk biz Azeri oluyoruz?” demek istiyorlar. Bunun alt bir sebebi de Azerbaycan Türklerinin kendilerini Türkiye’ye diğer Orta Asya Türklerinden daha yakın görmeleridir.

İkincisi ve bence en önemli sebebi Türkiye ve Azerbaycan’da Türkçülüğün ve “Bir millet iki devlet” sloganının ekmeğini yiyen sanat, siyaset ve gazeteci tayfasından bazı popülist kişilerin “Azeri” ifadesine gösterdikleri sert tepkinin toplumun geneline yayılmasıdır. 7-8 sene önce böyle yaygın bir tepki yoktu.

Üçüncüsü, Azerbaycanlı etnik Türklerin Türkiye’de artan Türk milliyetçiliği fonunda kendilerine bir yer bulma, bir kimlik tanımlama düşüncesidir. Daha iyi anlaşılsın diye şöyle bir örnek vereyim. Son dönemlerde Türkiye’de artan Suriyeli/Arap karşıtlığından dolayı Suriyeli Çerkes göçmenler Çerkes kimliklerini ön plana çıkarıp “Suriyeli” kimliğinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Çünkü Çerkes kimliği Türkiye’de geçmişi ve konumu olan bir kimlik. Azerbaycan Türkçülüğü de yükselen bir güç olarak Türkiye ve Türk milliyetçiliği ile beraber anılmak istiyor. “Azeri” tanımlaması da bu anlamda bir engel gibi duruyor.

Nasıl ifade etmemiz gerekiyor sorusuna gelince, öncelikle muhatabın hangisini tercih ediyor sorusuna cevap bulmamız lazım. Azerbaycan vatandaşı bir Lezgiye veya bir Talış’a “Azerbaycan Türkü” demeye çalışırsan tepki görebilirsin. Azerbaycan Türkü’ne de “Azeri” diye hitap edersen aynı tepkiyi görme ihtimalin var. Mesela, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, tüm bu süreçteki konuşmalarında hiçbir şekilde Azerbaycan Türkleri ifadesini kullanmadı. Hep “Azerbaycanlılar” veya “Azerbaycan halkı” ifadesini tercih etti. Çünkü Karabağ’daki savaşta etnik ve dini aidiyetinden bağımsız tüm Azerbaycan vatandaşları tek bir yumruk gibi mücadele etti. Azerbaycanlı Hristiyanlar ve Yahudiler de dahil.

Samir Babaoğlu

Türkiye’de Azerbaycan denildiği zaman Dağlık Karabağ akla geliyor. Dağlık Karabağ üzerine çok söz söylenmiştir ama kısaca durumu özetlemenizi istesek neler söylersiniz?

En başında ifade edeyim de arada kaynamasın. Türkiye’de Karabağ ile Dağlık Karabağ bir birine karıştırılıyor. Dağlık Karabağ, 18 bin km2’lik Karabağ bölgesinin içinde 4.4 bin km’lik bir alanı oluşturuyor. Dağlık Karabağ diye tanımladığımız bölge 1923 yılında Bolşevik yönetim tarafından Azerbaycan SSC’ye bağlı özerk bölge olarak oluşturuldu.

Peki, 30 yıldır dünyanın gündeminden düşmeyen Dağlık Karabağ’daki sorun ne zaman ve nasıl başladı? Aslında Dağlık Karabağ sorununun başlangıcını 1825-1829 yılları arasında ve Edirne Antlaşmasıyla Ermenilerin İran’dan ve Anadolu’dan Karabağ’a göçüne kadar götürebiliriz. Bu göç sayesinde bölgenin etnik dengesi Ermeniler lehine değişti. Buna rağmen, 1832 yılında yapılan nüfus sayımında bölgenin yüzde 65’i Türk, yüzde 35’i Ermeni olarak kayda geçmişti.

Dağlık Karabağ

1970’lerin sonuna geldiğimizde, Dağlık Karabağ’da nüfus dengesi yüzde 25 Türk, yüzde 75 Ermeni olarak değişmişti. 1980’lerin sonuna doğru Ermeniler Dağlık Karabağ’ın Ermeni toprağı olduğunu daha açıktan dile getirmeye başladılar. 1988’de Ermeniler Azerbaycanlı üyelerin katılımı olmadan tek taraflı olarak Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nin Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden ayrılarak Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne katıldığını ilan ettiler. 1991’den itibaren karşılıklı çatışmalar başladı. 1994’de Bişkek’de imzalanan ateşkes anlaşmasına kadar Ermeniler Dağlık Karabağ’a bağlı Hankendi, Şuşa, Askeran, Ağdere, Hocavend’le birlikte Dağlık Karabağ’ın çevresindeki Ağdam, Ağdere, Füzuli, Kelbecer, Laçın, Gubadlı, Cebrayıl, Zengilan,  şehirlerini de ele geçirdiler.

1994’den 2020’nin 27 Eylül’üne kadar Ermeniler 86.6 bin km2’lik Azerbaycan’ın yüzde 20’sini ellerinde tutuyorlardı. 27 Eylül’de başlayan ve 44 gün süren çatışmalar sonucunda Azerbaycan ordusu Dağlık Karabağ bölgesindeki Şuşa ve Hadrut’la birlikte Hocavend’in belli kısımlarını ve işgaldeki civar şehirleri geri aldı. Savaş sonrası imzalanan beyanname ile birlikte Sovyetler döneminde mevcut Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nin statüsü de tartışma konusu olmaktan çıktı. En azından Azerbaycan resmi olarak böyle bir tartışmanın olmadığını söylüyor. Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Ermeniler yine aynen o bölgede yaşamaya devam edecekler ama Azerbaycan vatandaşı olarak hayatlarını sürdürecekler. Ermenistan’la Dağlık Karabağ’ı bir birine bağlayan Laçın koridoru üzerinden de Ermenistan’la bağlantılarını sürdürecekler. Bölgeye yerleştirilen Rus barış güçlerinin de muhtemel çatışmaları önlemek için orada Ermenilerin güvenliklerini koruyacakları söyleniyor. Özetlemek gerekirse aktif savaş bitti, masada detaylar belirleniyor. Buraya Türk ordusunun bölgeye gelmesi de dahil.

En son gelinen durumda, Türk medyasına yansıyan haberlere göre Nahçıvan ile Azerbaycan’ın komşu olduğu dile getirildi. Şimdi mevcut durumda, Nahçıvan ile Azerbaycan arasında bir koridor var mıdır? Türkiye ve Azerbaycan’ın direkt komşu olması Kafkasya’da neleri tetikleyebilir?

Mevcut durumda Nahçıvan’la Azerbaycan arasında bir koridor yok. İşte, 10 Kasım’da İkinci Karabağ Savaşı’nın bitiminin ilanı ile beraber imzalanan beyannamede Nahçıvan’la Azerbaycan arasında Mehri koridorunun tekrar açılacağı vurgulanıyor. Nahçıvan’la Azerbaycan’ı kara yoluyla  bir birine bağlayacak koridorun yerinin farklı bir güzergahta olacağı da konuşuluyor. Buna kadar Nahçıvan’la Azerbaycan arasındaki tüm bağlantılar hava yoluyla sağlanıyordu. Bu aynı zamanda şu anlama da geliyordu: Türkiye’nin Nahçıvan dışında Azerbaycan’la kara bağlantısı yoktu. Açılacak yeni koridorlara bu kara bağlantısı oluşmuş olacak.

Transit yüklerin taşınması açısından bu koridordun açılmasının Türkiye’ye ve Azerbaycan’a getireceği faydaları kısa bir örnekle şöyle açıklayabiliriz. Türkiye’den Türkmenistan’a gitmesi gereken her hangi bir yük aracı Ağrı Doğubeyazıt’taki Gürbulak sınır kapısından çıkıp İran’ın içinden yaklaşık 2 bin km geçerek Serahs Gümrük kapısından Türkmenistan’a varıyor. Bahsedilen bu koridor açılacağı zaman yükler İran arazisine girmeden Iğdır’da Dilucu sınır kapısından çıkıp, Nahçıvan’ın içinden geçerek Azerbaycan’ın işgalden kurtarılmış bölgelerinden geçerek Bakü’ye varacak ve Hazar Denizi üzerinden Türkmenistan’a varacak. Bakü’ye varan bir araç yine deniz yoluyla Kazakistan’a da varabilecek.

İran’dan geçen transit yola alternatif olarak araçlar Sarp sınır kapısından geçerek Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a, oradan da deniz yoluyla Orta Asya’ya gidebiliyor. Ama her iki transit yolda uzun mesafe ve geçiş masraflarının yüksek olması ticaretin hızlı ve güvenilir olmasını engelliyordu. Nahçıvan’la Azerbaycan arasındaki bahsedilen koridor, bu anlamda Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olarak hem Güney Kafkasya’da hem de Orta Asya’da daha aktif hale gelmesini kolaylaştıracak. Tabi burada kaybeden taraf olarak ilk başta İran’ın ve sonra da Gürcistan’ın olduğunu belirtmemiz lazım.

Azerbaycan ile Nahçıvan arasında açılması beklenen koridor. Kaynak: gzt.com

Türkiye ve Azerbaycan arasındaki kardeşlik söylemlerini, eylemlerini nasıl değerlendirmek gerekir? Burada bir enerji kardeşliğinden mi bahsediliyor? Peki Azerbaycan’da petrol bittiği zaman ya da gelecekte petrolün değeri azalırsa bu kardeşliğin durumu ne olabilir? Azerbaycan yeni enerji alanlarında ne gibi politikalar izliyor?

Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkileri tek bir kalemde değerlendirmek ve ilişkilere buna göre puan vermek doğru bir tercih değil. Aynı etnik grubun temsilcisi olan, aynı dili konuşan iki ülkeden bahsediyoruz. “Enerji kardeşliği”nden bahsetmiş olsaydık eğer sadece söylem düzeyinde kalan ve resmi ilişkilerin ötesine geçmeyen bir durum oluşmuş olurdu. Ama iki ülkenin ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilerinin ötesinde bir durumdan bahsediyoruz. Kökü daha da derinlere dayanan ve karşılıklı sevginin halkların kalbine inmesi söz konusu.

Yine kısa bir örnekle ifade edeyim. İran 30 yıldır Azerbaycan’a ideolojik anlamda mezhep üzerinden yatırım yapıyor. Milyonlar harcadı bu 30 yılda. Ama buna rağmen Azerbaycanlıların gözünde bırakın kardeşliği, dost olarak bile gözükmeyi başaramadı. Türkiye, bu ideolojik yatırımın binde birini bile yapmamasına rağmen etnik ve mezhep ayırımı olmaksızın tüm Azerbaycanlıların gözünde kardeşten öte bir sevgiye mazhardır.

Son yıllarda, özellikle İkinci Karabağ Savaşı’nın öncesinde ve savaş sırasında Türkiye’nin halk ve devlet olarak Azerbaycan’a karşı net tutumu ve her türlü desteği göstermesi bundan sonraki ilişkilerin daha farklı bir düzeye geleceğini gösteriyor. Türkiye artık Azerbaycan’ın askeri, siyasi kararlarında ciddi bir söz sahibi olan aktör olarak kendini gösterecek. Karabağ Savaşındaki galibiyetin kutlanması amacıyla 10 Aralık’da Bakü’de Azatlık Meydanı’nda yapılan zafer töreninde bunu daha net bir biçimde gördük. İki ülke liderinin zafer törenindeki konuşmaları, Türk askerlerinin meydanda boy göstermesi ve dünyaya verilen mesaj ilişkilerin çok farklı bir düzeye çıktığını gösterdi. Yani kısaca özetlemek gerekirse petrolün olup olmaması bu doğal ilişkiyi zedelemez ama iktidarların politikaları ilişkilerin düzeyini belirler.

İlham Aliyev ve Recep Tayyip Erdoğan

İsrail’in Azerbaycan’a olan desteği çok konuşuldu. Gerçekten uzaktan şöyle bir bakanlar için oldukça şaşırtıcı bir durum olarak karşılanıyor. Nasıl oluyor bu?

Evet, birçokları için şaşırtıcı geliyor iki ülke arasında bu düzeyde ilişkilerin varlığı. Ama bu yeni bir şey değil ve geçmişe dayanan bir mazisi var. Biliyorsunuz, Azerbaycan’da özellikle kuzeyde ve başkent civarlarında çok uzun zamandır Yahudiler yaşıyor. Hem Kuzey Kafkasya’da hem de Azerbaycan’daki Yahudiler “Dağ Yahudileri” olarak isimlendirilyor. Azerbaycan Yahudileri 20. yüzyılın başlarında da Sovyetler Birliği zamanında Azerbaycan’ın iş ve siyaset alanında önemli konuma sahiptiler.

1991’de Sovyetler Birliği dağıldığı zaman bu Yahudilerin belli bir kısmı İsrail’e göç etti ve neredeyse hepsi İsrail vatandaşlığı aldılar. Tabi, bu insanların arasında Yahudi lobisiyle sıkı bağlantıları olan büyük iş adamları da var. İki ülke arasındaki üst düzey ilişkilerinin teşekkülünde bu insanların aktif rolü olduğu söyleniyor. Bu insanlar Azerbaycan’ı kendi vatanları olarak görüyorlar ve ülkeyle samimi bağlantıları mevcut. Ve şunu da özellikle belirtmek lazım. İsrail Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri.

Bunun dışında İsrail’in Azerbaycan’la ilişkilerinde İran faktörü de önemli bir etken. İran’la 765 km sınırı bulunan Azerbaycan’da İsrail’in bu denli aktif olması “düşman”a daha yakın bir bölgede bulunup, daha yakın takipte olma isteğiyle de açıklanabilir. İkinci Karabağ Savaşı’nda İsrail’in diplomatik olarak Azerbaycan’a açık desteği, savaşta İsrail silahlarının aktif şekilde kullanılması meselesi şüphesiz Azerbaycan halkında da İsrail’e karşı dostluk duygularının pekişmesine neden oldu. Hiçbir yerde göremeyeeğiniz şekilde Azerbaycan, Türkiye, İsrail bayrakları bir araya geldi. Sanırım İsrail’le ilişkiler bahsettiğim nedenlerden dolayı bundan sonra da gelişecek.

Aliyev yönetimi ile ilgili neler söylenebilir? Son dönem Dağlık Karabağ gelişmeleriyle birlikte değerlendirirseniz?

Mevcut cumhurbaşkanı İlham Aliyev, iktidarı 2003 yılında babası Haydar Aliyev’in vefatı sonrası devraldı.

Haydar Aliyev, 1969-1982 yılları arasında Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak görev yaptı ve 1982 sonrasında SSCB Politbüro’nun 3 Müslüman üyesinden biriydi. Aynı zamanda Sovyet istihbaratında yıllarca üst düzey görevlerde bulundu. 1993 yılında da Azerbaycan’ın Ermenistan’la savaştığı bir dönemde halkın çağrısı üzerine Nahçıvan Yüksek Meclisi başkanlığını bırakarak Bakü’ye döndü ve iktidarı Ebülfez Elçibey’den devraldı. 2003 yılına kadar görevde kalan Haydar Aliyev önemli işlere imza attı. İç karışıklığa son koydu, 1994 yılında Ermenistan’la ateşkes imzalayarak savaşı durdurdu, 1995’de uluslarası büyük petrol şirketlerinin ülkeye gelişini sağlamak amacıyla “Asrın Anlaşması”nı yürürlüğe koydu. Tabii eleştirecek çok fazla mevzu var ama konuya uluslararası dengeler açısından bakmak da önemli. Bağımsızlığını yeni kazanmış ve Rus tahakkümünü ensesinde hisseden yeni bir cumhuriyetten hemen Batı tarzı demokrasi modelini beklemek aşırı iyimserlik olurdu. Bence, Haydar Aliyev yapılması gerekeni yaparak Azerbaycan’ı Batı ile Rusya arasında dengeleyici bir konumda tutmayı başardı. Saakaşvili yönetiminde Gürcistan’ın 2000’li yıllarda Rusya’ya sırt çevirip AB, NATO çatısı altında bulunma isteğini dile getirdiği zaman başına nelerin geldiğini biliyoruz. İlham Aliyev de başından beri aynı politikayı uyguluyor.

Karabağ Savaşı’ındaki galibiyet sonrası halkın şikayetçi olduğu bazı toplumsal sıkıntıların ortadan kalkacağına yönelik umutlar da artmış oldu. Eski kadroların yenilenmesi yönünde birkaç yıldır çalışmalar yapılıyor. Bu sıkıntıların ortadan kalkmasında ne kadar etkili olur, topluma ve sistemin işleyişine yansıması nasıl olur, önümüzdeki birkaç yıl içinde görmüş olacağız.

Azerbaycan’da maalesef muhalefetin toplumsal bir tabanı yok. Geleneksel muhalefet halkın söylemlerine uygun söylemler üretemekte zorlanıyor, organize olamıyor ve güven problemi yaşıyor. Batı tandanslı yeni muhalif gruplar da acemiler. Acemiliğin ötesinde onların da tabanları yok. Tabi ki, daha organize ve güçlü muhalefet olursa iktidarın çalışmaları da bir o kadar etkili olur, denetim olur, sosyal devlet anlayışı yaygınlaşır.

Çeçen komutan Şamil Basayev de belli bir dönem Dağlık Karabağ’da savaştı. Detaylarla ilgili çok bilgi olduğu söylenemez. Konuyla ilgili bildikleriniz var mı?

Evet, çok fazla detay yok. Sadece Basayev’in Birinci Karabağ Savaşı sırasında 1991’in sonları ve 1992’nin başlarında, kendi taraftarlarıından yaklaşık 100 kişiyle birlikte Ermenilere karşı mücadele ettiği biliniyor. Bunun karşılığında dönemin Azerbaycan yönetiminden her hangi bir ücret de istememiş. Sadece Ermenilerden ele geçirdikleri silahların ganimet olarak kendilerine verilmelerini istemiş. Sanırım bu da gerçekleşmemiş.

Şamil Basayev

Çeçenya-Rusya arasındaki savaşlarda Azerbaycan’da Çeçen mülteci kampları kurulmuştu. Bunların akıbeti ne oldu? Savaş dolayısıyla oraya yerleşip kalan Çeçenler oldu mu?

Bu kamplar Çeçenistan’da hayat normalleşince kendiliğinden kapandı. 1990’ların sonunda yaklaşık  21 bin Çeçen mülteci yaşıyordu Azerbaycan’da. İkinci Çeçen Savaşı’ndan sonra bu mültecilerin ekseriyeti Avrupa’ya göç etti. Şu anda bildiğim kadarıyla 450 civarında Çeçen mülteci var Azerbaycan’da. BM’e kayıtlı bir tane de mülteci okulları var.

Azerbaycanlılar için Kafkasya, Kafkasyalılık vb. bu gibi durumlar ne kadar önemlidir? Türk kimliği mi daha baskındır? Azerbaycanlı kimliği mi daha baskındır? Kafkas kimliği orada ne durumda?

Kafkasya kimliğinin belirginliği bölgeye göre değişiyor. Örneğin, Azerbaycan’ın kuzey kısmında yaşayan Lezgi ve Avarlarda Kafkasyalı kimliği daha belirgin. Bu kimlik Kuzey Kafkasya halklarının güncel hayatındaki Kafkasyalılık düşüncesiyle az çok örtüşen bir olgu. Kültürel olarak da Kafkasya’daki ortak düşünceyi kendilerinde muhafaza ederler ve bu kültürün dışa vurumu daha yaygındır. Azerbaycan’ın güneyinde yaşayan Talışlarda Kafkas kimliği neredeyse yok gibi. Etnik olarak Türklerin yaşadığı bölgelerde de Azerbaycanlı kimliği ve Türklük kimliği daha çok ön plana çıkar. Başkent ve başkent civarındaki bölgelerde daha kozmopolit bir kültür var ama Türklük daha çok kendisini gösteriyor.

Türkiye’de Azerbaycan diasporasından söz edilebilir mi? Buraya göç eden Azerbaycanlıların göç etme saiki nedir? Neler yapıyorlar? Sayıları belli mi?

Türkiye’de organize bir Azerbaycan diasporasından bahsetmek maalesef zor. Sovyetler sonrası Azerbaycan’dan Türkiye’ye ilk beyin göçü 1990’larda başladı. Sovyet eğitim sisteminden geçmiş, güzel sanatlar, fen edebiyat alanında uzman, eğitimli, donanımlı onlarca Azerbaycanlı o karışıklık döneminde Türkiye’ye göç ettiler. Mesela, Türkiye’de birçok üniversitenin güzel sanatlar fakültesinin kurulmasına o dönem gelen Azerbaycanlı akademisyenler öncülük etmiştir. Sonraki dönemlerde de bu tip göç dalgası yaşansa da daha çok öğrenciler ön plana çıkmıştır. Türkiye’de Suriye’den sonra en büyük misafir öğrenci Azerbaycan’a aitti. Belli başlı dernekler kurulsa da bunları bir çatı altında birleştiren, daha organize, birlikte hareket eden bir yapıdan söz edemiyoruz. Iğdırlı ve Karslı Azerbaycan dernekleri daha çok göze çarpıyor. Özetle sayıları çok fazla olsa da Azerbaycanlılar Türkiye’de birbirinden kopuk yaşıyor.

Türkiye’deki Azerbaycanlılar ülkelerini desteklemek için meydanlarda

Kuzey Kafkasya deyince daha bir bütünlüklü bir yapı canlanıyor gözümüzde, en azından böyle idealler var. Güney Kafkasya’da ise durumlar daha farklı gibi. Ayrı ayrı bağımsız devletler var. Tarihsel olarak bunların ilişkileri nasıldı? 1918 yılında ilan edilen cumhuriyetler arasında konfederasyon görüşmeleri var diye biliyorum.

Aslında bölgesel kavram olarak kullandığımız Güney Kafkasya kavramı dediğiniz gibi Kuzey Kafkasya kavramı gibi çok kullanılan ve Kafkasya kimliğini aksettiren bir kavram değil. Çarlık Rusya’sının 19. yüzyılın başlarında Kafkasya’yı işgal etmesinden Ekim Devrimi’ne kadar bölgede bağımsız devletler olmadı. Azerbaycan’da ve bugünkü Ermenistan’ı da kapsayan bölgelerde Hanlıklar mevcuttu. 1828’de Güney Kafkasya’nın tamamen Rusların kontrolüne geçmesiyle birlikte Hanlıklar dönemi son buldu.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra henüz Kızıl Ordu Kafkasya’ya gelmeden 1918’in 22 Nisan tarihinde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan birlikte Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti’ni kurdular. Bu federatif yapı sadece 2 ay yaşadı. Azerbaycan ve Ermenistan 28 Mayıs’ta, Gürcistan ise 26 Mayıs’ta bağımsızlıklarını ilan ettiler.

1920-1921 yıllarında Kızıl Ordu’nun işgali ile birlikte bu ülkeler Sovyetler Birliği’ne dahil edildiler. Azerbaycanlılarla Ermeniler arasında bağımsız devlet olduğu zaman da olmadığı zaman ilişkiler iyi değildi. 20. yüzyılın başlarında, 1905-1906, 1918 yıllarında Ermenilerin Azerbaycan’da yaptıkları katliamlarda on binlerce insan öldürüldü. Bu Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da devam etti. Ama Gürcülerle hep dost ilişkisi vardı Azerbaycanlıların. Ermenilerin Gürcülerle de ilişkileri iyi değildi. Güney Kafkasya’nın Bolşevikler tarafından işgal edilmesinden sonra Avrupa’da Sovyet karşıtı bağımsız yapılanmalarda Gürcüler, Kuzey Kafkasyalılar ve Azerbaycanlı Türkler bir araya gelip beraber mücadele ederken Ermeniler hep dışarıda kalmak istediler veya yapılanmaları manipüle etmeye çalıştılar.

O sebepten aynı coğrafyada yaşayan, düşmanlıklarının derin tarihi arka planı olan iki halkın bundan sonra da dostça yaşamasını beklemek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Ama yeni bir dönemde yaşıyoruz artık. Gelişen Azerbaycan’a komşu olan Ermenistan’ın düşmanca bir tavırla ilişkileri sürdüremeyeceği kanısındayım. Toprak iddialarından vazgeçtiklerinde ve düzeyli bir ilişki kurulduğu takdirde, Ermeniler de normal yaşamanın ne anlama geldiğini görmüş olacaklar. Umarım bu konuda yanılmam.

Aynı zamanda çeşitli askeri videolarda görüyorum, Azerbaycan Cumhuriyeti kuruluşu olarak 1918 yılını görüyor herhalde. Ya da ordu… Şu an mevcut Azerbaycan, 1918’de kurulan Azerbaycan’a mı dayandırıyor kuruluşunu?

Evet, hem mevcut Azerbaycan Cumhuriyeti ve Azerbaycan ordusu, kuruluşunu 28 Mayıs 1918’de kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ne dayandırıyor. 1918’de kurulan cumhuriyet aynı zamanda Müslüman Doğu’da kurulan ilk parlamenter cumhuriyet olarak kabul ediliyor. 23 ay yaşamış Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti 28 Nisan 1920’de Kızıl Ordu’nun Bakü’yü işgali sonrası ilga edildi.

Kafkasya’daki gelişmelerle ilgili Türk medyasında doğru düzgün bir değerlendirme, analiz göremediğimizi ifade edebiliriz. Bireysel çabalar dışında genel olarak daha dün Orta Doğu’yu analiz edenlerin bugün Kafkasya’yı değerlendirdiğini görüyoruz. Yorumcular dünyanın her yerinde mi böyle yoksa Türkiye’ye has bir durumla mı karşı karşıyayız?

Takip ettiğim kadarıyla diğer ülkelerdeki seviye bizdeki kadar değil ama dünyada televizyonculuğun genel seyri bu şekilde zaten. Örneğin, Rus kanallarında tartışma programlarına da çoğu uzman olmayan zıt fikirli insanları çıkarırlar ve karşıklı polemiklerin dozajının yükselişine göre reytingden medet umarlar. Bizim ülkemizde haber programlarına katılan bölge uzmanları ve akademisyenlerin yorumları daha tutarlı olmalarına rağmen çok fazla dikkat çekmez. Ama bir moderatör eşliğinde yapılan geleneksel tartışma programlarına bu tür uzmanlardan daha öte “her konuda uzman” kişiler çıkar. Konuk hukuk alanında uzmandır ama Libya’daki krizle ilgili yorum yapıp akabinde ABD seçimleri konusunda da çok rahat değerlendirme yapabiliyor. Ve bu yadırganmıyor maalesef. Çünkü bizde “bilmiyorum” demek ayıp sayılıyor.

Geçenlerde Kafkasya uzmanı bir arkadaşımız bir televizyon programına katılmıştı. Kendi alanının dışında sorulan sorulara doğal olarak bilmiyorum diyordu. Program bittikten sonra sunucunun kendisine “bilmiyorum demek yerine genel ifadelerle konuyu bildiğini gösterirsen daha iyi olur” tarzında bir uyarıda bulunduğunu söyledi bana.

Karabağ’daki son savaşla ilgili de benzer görüntüler yaşadık maalesef. Birkaç uzman hocamızın dışında genelde hamasi yorumlar yapıldı. Sosyal medyada popüler birisi televizyon canlı yayınında, Azerbaycan haritasının önünde eliyle Karabağ bölgesininin sınırlarını gösterip, “Buralardan Bakü-Tiflis-Ceyhan ve TANAP’ın doğal gaz boru hatları geçiyor, o sebepten Ermeniler buraya füze atıyor” dediğinde kimse uyarma ihtiyacı hissetmedi. Çünkü uyarmak da bir anlamda ayıp sayılıyor. Son dönemlerde çalıştığı bölgeyi gezen, araştıran, dilini bilen, tarihini ve kültürünü öğrenen gençler yetişti ve kendilerini yetiştirmeye de devam ediyorlar. Bunların ekseriyeti de bireysel çabalar sonucu ortaya çıktı. Özellikle, Suriye’deki iç savaştan sonra Orta Doğu ve genel olarak Arap coğrafyasıyla ilgili böyle donanımlı gençlerin olduğunu gözlemlemek mümkün. İnşallah bu yaygın  hale gelir ve diğer coğrafyaları da kapsar.

Son olarak vurgulamak istediğiniz birkaç cümle daha alabilir miyiz?

Klişe olmayan ve kapsayıcı sorular sordunuz. Ben de elimden geldiğince tarafsız bir gözle cevaplamaya çalıştım. Umarım faydalı olur. Teşekkür ediyorum.

Biz de teşekkür ederiz.