21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü ve Soykırımı

Tarih boyunca jeopolitik ve jeostratejik öneme sahip Kafkasya, imparatorluklar arasında varlığını uzun süre devam ettirdi. 16. yüzyılda Altın Orda Devleti’nin yıkılmasıyla Moskova Knezliği, imparatorluğa doğru dönüştü ve Kafkasya için büyük bir tehdit olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Sıcak denizlere inme hedefiyle yayılmacılığına başlayan Rusya için en büyük engel şüphesiz Karadeniz’e açılan Kafkasya topraklarıydı.

1547 yılında ‘Korkunç’ lakabıyla anılan Rus Çarı IV. İvan’ın tahta geçmesiyle Ruslar, güneye doğru yayılmaya başladı. Astrahan ve Kazan hanlıklarını istila eden Korkunç İvan’ın sıcak denizlere inmek için Kafkasya’yı da işgal etmesi gerekiyordu. Bu emperyal hedeflerin bir sonucu olarak, Ruslar tarafından Kafkasya’ya yönelik tacizler de başlamıştı.

18. yüzyıl başlarında Rusya İmparatorluğu’nda tahta “Deli Petro” olarak da anılan I. Petro’nun geçmesiyle, Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası stratejik hedef olarak benimsendi. Kafkasya’yı işgal etmeyi planlayan Rus Çarlığı, Kafkasyalıların kendi topraklarına Rus Kazaklarını yerleştirmesiyle hem gücünü arttırdı hem de büyük bir çatışmayı başlattı. 1711 yılı itibariyle Rusların Kafkasya’ya yönelik saldırıları fiili olarak kesin bir şekilde başlamış oldu.

Rusya emperyal hedeflerini Kafkasya’da göstermeye başladıktan sonra Ruslar Kafkasya’nın Mozdok hattına ilk savaş yerleşimlerini konuşlandırdı. Mozdok, Kafkasya için önemli bir ulaşım ve ticaret hattıydı. Osmanlı ve Rusya arasında kalan ve devletleşme sürecini henüz tamamlamayan Kafkasya’da, Rus yayılmacılığının atılımları ve saldırılarının artması sonucu, savaşa giden süreç de başlamış oldu. Çarlığın yayılmacı hedefleri Osmanlı ile Rusya’yı karşı karşıya getiren sürecin başlangıcı oldu.

1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu tarafında savaşan Kafkas halklarından Adigeler Osmanlı ile birlikte yenilgiye uğradı. Savaşın sonucu olarak 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Çerkesya olarak adlandırılan ülkeler ise Çarlığın sözde toprağı oldu. 1777 yılı itibariyle Ruslar, Kafkasya’nın hem doğusuna hem de batısına büyük bir askeri harekâta hazırlandı. Bu sürede Çar komutanları, Kafkasya’ya yönelik gerçekleştireceği askerî harekâtı kontrol etmek için kaleler inşa ederek askerî tahkimatlara da hız verdi.

Rusya’nın Kafkasya’daki yayılmacılığına karşı yerel yöneticiler toplanma çağrısı yaptı ve Rus istilasına karşı ortak bir savunma fikri geliştirmek istediler. Bu çağrıya Çerkesya’daki hemen hemen tüm yöneticiler destek vererek Ruslara karşı birlik çağrısına katıldı. Kabardeyler 29 Mart 1779’da Rus yetkililerine mektuplar göndererek Kafkasya’daki bütün kalelerin yıkılmasını talep etti. Talep, Ruslar tarafından hiçbir zaman gündeme alınmadı ve tüm diplomasi yolları kapatıldı. Kafkasyalılar da bu birliktelik çağrısı sonucunda ortak bir savunma fikri ile hareket etti. Kabardey bölgesinde patlak veren bu isyan hareketine Kuban ırmağı ötesinde yaşayan Adigeler, Karaçay-Malkarlar, Osetler ve Çeçen-İnguşlar da katıldılar (Ufuk Tavkul, 2015).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kabardeyler ilk birliklerini oluşturduktan sonra, Kafkasya için önemli bir bölge olan Mozdok hattının Ruslardan geri alınması için mücadelelere başladı. Bu sürede Kabardeyler, Çarlık ordusuna karşı ağır yenilgiler aldı. Çarlık komutanları ve Çarlık ordusu Kafkasya’yı büyük bir soykırıma sürüklen insanlık dışı uygulamalarıyla sivil halkı hedef alarak Çerkes köylerinde büyük yıkımlara başlamıştı. Çarlık ordusu aldıkları emirleri harfiyen yerine getiriyor, taş üstünde taş kalmayacak şekilde yerleşim yerlerine saldırıyor; çocuk, yaşlı, kadın demeden önüne gelen insanı katlediyordu.

Kafkasya’daki emellerini canice gösteren Ruslar; tarım arazilerini, meyve ağaçlarını ve tüm hububatı yakıyor, önüne gelen ne varsa talan ediyordu. Yerleşim yerleri bir daha dönülmeyecek hale getiriliyor ve yakılıyordu. Savaş alanında sarf ettikleri enerjinin katbekat fazlasını yerleşim yerlerini yıkarak, tarım arazilerini yakarak harcayan Rus ordusu, Kafkaslılara yaşam hakkı bırakmıyordu. Çarlık Rusyası’nın o süreçteki tek hedefi; Kafkasya’da tek bir Kafkasyalının dahi yaşamamasıydı.

1779 yılında 1816 yılına kadar Adigey ve Kabardey köylerine şiddetli saldırılar devam etti. 1816 yılında, Rusların Kafkasya’yı işgalinde en çok adını duyduğumuz General Yermalov Kafkas Orduları Başkomutanlığı’na atandı. Kimileri ona, yaktığı köylerden dolayı büyük komutan diyor kimileri de öldürdüğü Kafkasyalılardan dolayı methiyeler diziyordu. Çar ise Kafkasya’da uyguladığı kıyımdan dolayı Yermalov’u madalyalarla ödüllendiriyordu. Ama hiç şüphesiz ki tarih onu; korkunç kıyımı ve Kafkas insanına yaptığı zulmü dolayısıyla “Zalim Yermalov” adıyla anıyor ve anmaya da devam edecekti.

Kafkasya’nın batısına ciddi şekilde saldırmaya başlayan Çar’ın komutanları, Kafkasya’nın doğusunda da aynı senaryoyu uygulamaya koymuştu. Saldırgan ve istilacı Ruslar karşısında Kafkaslılar birlik olmak zorunda ve bu yıkıma karşı ortak bir savunma yapmak zorundaydılar. Kafkasya’nın doğusunda İmam Mansur (1785) liderliğindeki hareket, istilaya karşı ilk toplu direnişi başlattı. Ancak İmam Mansur’un direnişi uzun soluklu olmadı ve Anapa Kalesi’nde girdiği mücadelede Ruslara esir düşerek vefat etti. Mansur’dan yirmi beş yıl sonra, 1829’da İmam Gazi Muhammed Doğu Kafkasya’da (Dağıstan ve Çeçenistan) Ruslara karşı Gazavat çağrısı yaptı ve onun takipçileri İmam Hamzat ve İmam Şamil destansı mücadelelerini 1859 yılına kadar sürdürdü.

İmam Şamil’in 1859’da teslim olmasından sonra, Şamil’in Batı Kafkasya’daki naibi Muhammed Emin de Naiplik görevini fiilen bıraktı. Rus Çarlığı belirli plan dahilinde 1860 yılından 1864 yılına kadar işgale sistematik olarak devam etti. Çarlığın asıl planı, Çerkesleri Karadeniz kıyısına sürdükten sonra Osmanlı topraklarına göndermekti.

Naip Muhammed Emin’den sonra Batı Kafkasya’daki Çerkes birlikleri altı yıl boyunca irili ufaklı direnişini sürdürdü. Son direnişin önemli merkezlerinden birisi, Soçi ile Abhazya sınırına yakın bir yerde kalan Kbaada Vadisi’ydi. Rusların taarruz ve talanları sonucunda Karadeniz kıyısına sürülen Çerkesler, Kbaada Vadisi’ne yakın yerlerde toplanmıştı. Sert iklim koşullarının geçişiyle birlikte 1864 baharında Ruslar son saldırılarını da başlattı. Topçu birliklerin kesintisiz atışları ile savunma gücü kalmayan Çerkes halklarına karşı son saldırılar da başladı. Kbaada Vadisi’nin tepelerinde bulunan sivil halk, Çarlık Rusyası’nın öncü Kazak askerleri tarafından korkunç bir şekilde katledildi. Baharın gelmesiyle yeşile bürünen doğa, vahşice katledilen insanların kanı ile kızıla bulanmıştı. Çarlık Ordusu’nun yaptığı bu felaket, bölge için bugün bile “Krasnaya Polyana” yani “Kırmızı Çayır” anlamına gelen isimle anılmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Rus arşiv kayıtlarında Çerkeslerin bölgeden sürülmesi şu şekilde tarif edilmektedir: “Çerkesleri boyun eğdirmenin tek yolu onları tamamen imha etmek.” 1860 yılından 1864 yılına kadar geçen sürede, Çarlık Rusyası, Çerkesleri silah zoruyla Karedeniz kıyılarına sürdü. Kısa zaman içinde Karadeniz kıyılarına gelen Çerkeslerin sayısı yüz binleri aştı. Aslında tam da tarife uyacak şekilde Çerkeslere karşı büyük bir imha ve soykırım başlatılmıştı.

Kitlesel olarak yerlerinden hareket ettirilen bu insanlar, başına geleceklerini bilmedikleri bir yolculuğa çıkmıştı. Karadeniz kıyısına getirilen yüz binlerce insanın ne barınacak yeri ne de yiyecek içecek gıdaları vardı. Çocuklar kaos ortamında annelerini kaybediyor, bebekler ve yaşlılar açlıkta bitkin düşüyor, dayanıksız düşenler ise olduğu yerde vefat ediyordu. Kalan insanlar ise hayatta kalmak için mücadelelerini sürdürüyordu. Tek bildikleri, sırası geldiğinde bir gemiye bindirilip bilmedikleri, görmedikleri bir diyara bırakılacaklarıydı. Karadeniz kıyısındaki karanlık bekleyiş aylarca sürdü. Bu bekleyişte; açlıktan, sefaletten, salgın hastalıktan ve dondurucu soğuktan vefat edenlerin sayısı her geçen gün artıyordu. Bu acı atmosferde işin en üzücü tarafı ise; ölenler kurtuluşa eriyor kalanlar da ölenlere imreniyordu.

Varlıklarını Kafkasya’nın kadim kültürü ile devam ettiren Çerkesler, vahşi kıyımdan sonra ağır bir soykırım ile baş başa kaldı. Kafkasya’nın otokton halkı Çerkesler, yirmi beş bin yıllık yurtlarından artık toplu olarak sürülecekti. Orta Kafkasya ve Batı Kafkasya’daki Adigelerin, Abhazların ve Ubıhların büyük çoğunluğu sürgün edilmek üzere Karadeniz kıyısındaki limanlara getirildi. 1864 yılı ortalarında Rusya, Çerkeslerin toplu sürgününü devam ettirdi ve Kafkasların büyük soykırımı başladı.

Karadeniz kıyısında toplanan Çerkesler; Anapa, Novorossiski, Tuapse ve Soçi limanlarından gemilere bindirilerek, Osmanlı Devleti’nin Karadeniz kıyılarındaki Trabzon, Samsun, Sinop, Ayancık, Şile, İstanbul, Varna, Köstence ve Burgaz limanlarına taşındı. Deniz yolu ile yapılan bu taşıma sırasında da büyük bir açlık ve salgın hastalık baş gösterdi. Gemilerde vefat eden insanlar Karadeniz’in soğuk sularına bırakıldı. Gıdasızlıktan ölen bebeklerin acısına dayanamayan anneler ayrılamadıkları bebekleri ile Karadeniz’in sularına atladı. Sürgün yollarından yaşanan bu acı trajediler birçok ağıda da konu olmuştur. Limanlara ulaşan insanlar daha sonra yerleşecekleri bölgelere dağıtıldı. “Değişik bölgelerde değişik koşullarda ve biçimlerde gerçekleşen sürgün Kafkas halklarının tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.” (Tugan H. Kumıkov, 1992)

Sonuç

Kafkasyalıların 1711 yılından 1864 yılına kadar 153 yıl boyunca Ruslara karşı mevzi mevzi savaşması ve kendini savunmuş olması son derece önemli ve şaşırtıcı bir süreçtir. Kesintisiz bir şekilde 150 yıldan fazla bir zaman diliminde, yardım almadan kendisinden katbekat güçlü Çarlık Rusyası ile savaşan Kafkasyalılar, Dünya tarihine geçen destansı bir direniş göstermiştir. Direnişin sonunda Ruslar, doğal olarak insani gücü kalmayan Çerkesleri soykırıma tabii tutmuştur.Maalesef Kafkasya kısa fasıllarla üç asırdır devam eden savaşın bitirdiği ve yitirdiği bir coğrafya olmuştur. (Hulusi Üstün, 2011)

Çerkeslerin sürgün faciasına görgü tanığı olan Rus fikir insanı Lev Aleksandroviç Tikhomirov yaşananları şöyle özetliyor: “Bu vahşi zulme anlatacak kelime bulamıyorum. Katliam yaklaşık dört yıl sürdü ve 1863 yılında zirveye ulaştı. Onlar (Çerkesler) tifüs ve diğer hastalıklardan dolayı sinekler gibi ölüyordu. Çerkeslerin başına gelen müsibetin tarifi mümkün değildir. Zulümden kaçan o insanlar, kışın soğuğunda aç ve evsiz dolanıp durdular.” (Yılmaz Nevruz, 2019)

Bundan 158 yıl önce, dünyadaki hiçbir siyasi otoritenin Rusya’ya hesap sormadığı ve herhangi bir haber ajansının haber geçmediği bir atmosferde; düzenli askeri birliği olmayan, kendisinden katbekat güçlü bir orduyla mücadele eden, toplu katliamlara maruz kalarak sürgün edilen Çerkeslerin yaşadıklarıyla alakalı bizler bugün sadece tahminler yapabiliriz. O günlerde yaşanılanları düşünmek maalesef varsayımlarımızdan öteye geçemez.

Şunu kesin olarak söylemek gerekir ki; Çerkesler atayurtlarından kendi rızasıyla göç ettirilmiş değildir. Kafkasya’nın otokton halkı Çerkesler, büyük bir siyasi otoritenin askeri gücüyle zorla sürgün ettirilmiştir. Yani şunu net bir şekilde ifade etmek gerekir ki: Varlığının asıl gösteresi kadim topraklarında yaşamak olan Çerkesler, bulunduğu topraklardan Çarlık Rusyası’nın askeri gücüyle çıkartılmış ve tehcir ettirilmiştir. Bunun sosyolojik ve siyasi tanımına deportizasyon da diyebiliriz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sürgün sırasında Çerkes nüfusunun çoğu; açlıktan, sefaletten, dondurucu soğuktan ve salgın hastalıktan dolayı vefat etti.Sürgüne maruz kalanların tam sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber iki milyon olarak tahmin edilmektedir. Sürgüne maruz kalanlardan, denizde boğularak veya çeşitli hastalıklara yakalanarak ölenlerin sayısı 600 bin ila 800 bin arasındadır. (Kemal Karpat, 2011)

21 Mayıs 1864 Çerkesler için hazin bir olay olarak tarihe kara bir leke olarak düştü. Sürgünün müsebbibi Çarlık Rusyası ise 21 Mayıs 1864’ü Kafkas-Rus Savaşı’nın resmen sona erdirdiği zafer günü olarak kutladı.

18. yüzyılın sonlarına doğru başlayan bu talan hadisesi 20. yüzyılın başına kadar devam etti. 21 Mayıs 1864 simge bir tarih olarak bu elim hadiseyi bizlere hatırlatıyor olsa da bu tarihten önce de Rusların Kafkas halklarına kıyımı vardı ve yine bu tarihten sonra da kıyımı devam etti. Bu süreçte Kafkasyalıların Ruslar tarafından sürgünü ve deportizasyonu 1906 yılına kadar irili ufaklı bir şekilde sürdü. Yine görgü tanığı Rus fikir insanı Lev Aleksandroviç Tikhomirov yaşanılan bu acı olayı şöyle özetliyor: “Bu plan, bir halk tarafından başka bir halkın yok edilmesi, insan haklarının çiğnenmesidir ve büyük bir zulumdür.” (Yılmaz Nevruz, 2019)

Tarihe kara bir leke olarak düşen Büyük Çerkes Sürgünü ve Soykırımını zafer günü olarak ilan eden Çarlık Rusyası’nın mirasçısı Sovyet Rusya, Kafkasya’daki sürgünlerine yüz yıl sonra da devam etti. Stalin, 1944 yılında başta Çeçen-İnguşlar olmak üzere; Karaçay-Malkarları, Kalmıkları, Ahıska Türkleri’ni ve Kırım Tatarlarını Orta Asya düzlüklerine ve Sibirya’ya sürerek istilacı Rus geleneğine devam etti.

Rus mezaliminden dolayı vefat edenlere Allah’tan rahmet dilerim…

 

Kaynakça;

Nesrin Sarıahmetoğlu; Türk Dünyasında Sürgün ve Göç, Ufuk Tavkul: “XX. Yüzyılda Kafkasya’dan Karaçay-Malkar Göç ve Sürgünleri”, İstanbul, 2015, s. 137.

Tuğan Kumuk; Çerkeslerin Türkiye’ye Sürgünü, Adıgey Kültür-Tarih Dergisi, Nalçik 1992, Çev. Murat Papşu, S. 3, s. 88.

Kemal Karpat, Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi, İstanbul 2011, s. 119.

Hulusi Üstün, Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi, İstanbul 2011, s. 125

Yılmaz Nevruz; Umumi Kafkas Tarihine Giriş 3, Kafkas Vakfı Yayınları, s. 555, İstanbul 2019

Yılmaz Nevruz; age, s. 561