Gerçek şu ki Kafkasya’ya Fransız kaldık

Konumuz Kafkasya. Gidiş hikayemiz enteresan. Hayat ‘aşk’ üzere yaratılmış olmalı. Yıllardır tüm emeğini, birikimini Kafkasya’ya, o toprakların onurlu ve özgür ruhlu insanlarına sarf eden hemşerim Yusuf Taş bir sohbet sırasında Nalçik’te kimsesiz çocukların kaldığı bir yetiştirme yurdundan söz etti.

İnsanoğlu “ne oldum” dememeli, “ne olacağım” demeli. Hele hele dünyayı gezip Kafkasya’yı görmemişseniz ‘dünya maceranız’ eksik kalır. Hiçbir mahzur yok söylemekte; Kafkasya’yı tanımıyorsanız, Anadolu coğrafyasını tanımanız zor. Gariplere sığınak olan Türkiye’yi anlamanız zor.
On günlük Kuzey Kafkasya izlenimlerimi yazacağım, nasipse. Ansiklopedilerin Kafkasya maddesinde epeyce yoğunlaşmış birisi olarak ve büyük heyecanla gittim Kafkasya’ya. Ama gelin görün ki o toprakları görüp ettikten sonra işimin hiç de göründüğü kadar kolay olmadığını kavradım. Ben de zor meseleye talip olup, Kafkasya’yı keşfe çıktım. Yeniden ansiklopedilerde, internetlerde saatler geçirdim. Kafkasya dağlarında gördüğüm her şeyi not ettim. Onlarca insanla konuştum. İşin içinden çıkabilecek miyim, bilmiyorum. Bir de oraları görüp ettikten sonra, bugüne kadarki kayıtsızlığınıza hayıflanıyorsunuz. Turist gibi bakmanız mümkün değil bir sefer, en başta onu öğreniyorsunuz. Mevzunun içine tam dalmanız gerekiyor. Enine boyuna, tarihi arka planıyla Kafkas coğrafyasının içine girmeniz gerekiyor.
Kafkasya, tarih boyunca ticaret ve göç yolları oluşturmanın yanında, kültürlerin kesiştiği önemli bir kavşak noktası olmuş. Doğu-Batı arasında önemli bir işlev gören bu coğrafya, siyasi ve ekonomik açılardan tüm dünyanın ilgisini cezbetmesinin yanında, birçok güç odağının etkinlik mücadelesine de sahne oluyor.
Söze başlarken, belirtmek isterim; bugünkü Kafkasya’yı ve oradaki halkların psikolojisini sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için Rus tarihini, Rus kültürünü ve kadim Rus politikasını bilmek ve anlamak lazım.
Rusya, (Rusya Federasyonu) Avrupa’nın doğusunda ve Asya’nın kuzeyinde, 150 milyon nüfuslu dev bir ülke. Dünya denkleminde terazinin bize en yakın tarafında ve emperyal hedefleri var. 17 milyon kilometrekareyi aşan yüzölçümüyle de dünyanın en büyük ülkesi. Bu durum Rusya’nın yerküredeki kara parçaları toplamının yüzde 11,5 gibi önemli bir bölümünü kapladığı anlamına geliyor. Ural dağlarının batısında yer alan ‘Avrupa Rusyası’, Asya’nın kuzeyindeki ‘Sibirya’ ve daha güneyde, Japon denizine kadar uzanan ‘Rus Uzakdoğusu’, ülkedeki üç büyük bölge. Tam 18 ülke ile sınır komşuluğu yapıyor. Batıda Norveç, Finlandiya, Baltık Denizi, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Belarus ve Ukrayna, güneyde Karadeniz, Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Moğolistan, Çin ve Kuzey Kore ile çevrili. Kuzeyinde Kuzey Buz Denizi, doğusunda ise Büyük Okyanus bulunuyor. Bering Boğazı ile Kuzey Amerika’dan ayrılıyor. Yaklaşık 61 bin kilometrekarelik sınır uzunluğu ile de ilk sırayı almış dünyada. Deyim yerindeyse bir ‘en’ler ülkesi Rusya. Dünyanın en büyük maden ve enerji kaynakları, en büyük orman rezervleri, en önemli tatlı su kaynakları Rusya’da.
Rusya’nın kendi halkıyla ilişkisi mutlak otorite ve mutlak itaat üzerine kurulu. Dışarıdaysa yayılmacı/emperyalist bir politikası var. Kafkasya ise Rusya için en başta Avrupa ile Orta Asya arasında geçiş işlevi görüyor. Sonra, Karadeniz ve Hazar’a kıyısının olması sebebiyle Rusya’nın Karadeniz, Boğazlar ve Akdeniz yoluyla Süveyş Kanalına inebilmesine imkan sağlaması yönünden de önemli bir jeopolitik bölge. Diğer yandan Kafkasya, sahip olduğu petrol ve doğalgaz rezervleri açısından çok kıymetli ve Rusya için vazgeçilemez bir coğrafya. Bir tespitte daha bulunmakta fayda var; kendi halkıyla mutlak itaat ilişkisi kuran Rusya’nın, işgal ettiği yerlerin halklarını birbirine düşman ederek ve halklar arasında kadim sorunlar oluşturarak onları yönetmek, vazgeçilmez ilkeleri arasında.

Nalçik’te bir çocuk yuvası
Konumuz Kafkasya. Gidiş hikayemiz enteresan. Hayat ‘aşk’ üzere yaratılmış olmalı. Yıllardır tüm emeğini, birikimini Kafkasya’ya, o toprakların onurlu ve özgür ruhlu insanlarına sarf eden hemşerim Yusuf Taş bir sohbet sırasında Nalçik’te kimsesiz çocukların kaldığı bir yetiştirme yurdundan söz etti. Şimdilerde İstanbul’da ünlü bir avukat olan ve hayatı yurt ve yuvalarda geçen Hüsnü Güneş de “Hadi gidelim görmeye” deyince soluğu Nalçik’te aldık. Aşk dediğim o. Nalçik, Kabardey-Balkarya’nın başkenti. Uzun uzun anlatacağım Nalçik’i ve öğrendiğim, gördüğüm diğer Kafkas şehirlerini.

Bütün Kafkasyalılar Çerkes mi?
‘Ne oldum değil, ne olacağım’ meselesine gelince, Kafkasya hakkındaki cehaletimizden başlayacağım anlatmaya. Başta kendimi de işin içine katarak. Ne demek istiyorum, şunu: O toprakları görünce ve dünyanın en yoğun, en enteresan etnik-siyasal bilgilerine kavuşunca Türkiye’nin ‘oturmuş’ bir Kafkasya politikasının olmadığını/oluşturulmadığını daha net görüyorsunuz. Türkiye’de Kafkasya hakkında konuşulan/yazılan şeylerin tamamına yakınının kulaktan dolma ve yanlışlarla dolu olduğunu da…
Kafkasyalılar -üç milyonun üzerinde nüfuslarıyla- 150 yılı aşkın bir zamandır Türkiye’de yaşıyor olmalarına rağmen Türk halkı Kafkasya meselesine ilgisiz kalmış. Duyarsız kalan sadece halkımız değil, devletimiz de aynı. Kafkasya’nın coğrafi olarak nerede olduğu sorusunun cevabını bulmakta zorlanıyoruz. İlk yanlış burada. Kafkasya çok uzaklarda, Orta Asya’da bir bölge gibi algılanıyor. Orta Asya da çok uzak değil ya, o da ayrı mevzu. Halbuki İstanbul’dan uçakla Kafkasya’nın en yakın bölgesine 90 dakikada, en uzak coğrafyasına 180 dakikada gidilebilmekte. Kafkasya ile Türkiye’nin sınırı arasındaki mesafe de çok uzun değil. Türkiye’den Kafkasya’ya en uzak mesafe 700 kilometre.
Bir de Kafkasya deyince, Şeyh Şamil (d.1797-ö.1871) ve onun destansı mücadelesi akla geliyor sadece. Şeyh Şamil’in Ruslara karşı dağlarda verdiği mücadele ve 1990’lı yıllardaki Çeçenistan savaşlarından dolayı Kafkasya’yı tamamen dağlık bölge olarak tahayyül etmemiz de ayrı bir yanılgı. O coğrafyaya gidenlerin, o toprakları tanıyanların çok iyi bildikleri gibi güzel baharları, ihtişamlı dağları var. Dağları anlatmaya kelam yetersiz kalır. Erciyes’i ne kadar anlatabilirsiniz mesela? İşte Elbrus dağları için de ne söylerseniz söyleyin, bir eteğinden eksik kalır. Kafkasya’da, ovaların güzelliği dağların güzelliği ile yarışır. Dağlar başımızı döndürür tamam, ama yemyeşil ovalara ne demeli? Kilometrelerce, dümdüz ovalar… Dağlar ve ovalar, vadiler iç içe.
Üçüncü yanlışımız ve belki de en önemlisi Türkiye’de bütün Kafkasyalıların ‘Çeçen’ ya da ‘Çerkes’ olduğu gibi bir algı söz konusu. O coğrafyada sadece Çeçenler/Çerkesler yok, birçok halk yaşıyor. Kültürleri, giyim kuşamları birbirine yakın olsa da dilleri birbirinden farklı onlarca halk. Bir de şöyle bir izlenimim var; belirtmeden geçmeyeyim, Türkiye’de bütün Kafkasyalıların ‘savaşçı’, ‘dindar insanlar’ olduğu gibi bir kanaat hakim. Daha yakın bir dikkat bize şunları söyletir: Evet, İslam Kafkasya’da kıymetli bir şey. Pek çok dindar insan var. Kültürlerinin sembolü, kimliklerinin temeli İslam, ama birçok kişi de İslam’ı yeni öğreniyor. Uzun yıllar süren Sovyet zulmü ve baskısını unutmak mümkün mü? 1990’lı yıllara kadar (Sovyetlerin dağılma dönemi) Kur’an okumasını bilen insan sayısının bir elin parmaklarına ulaşmadığını öğrendiğinizde oturup düşünüyorsunuz. Sovyetlerin sembolik olarak açık tuttukları birkaç mescit dışında Koca Kafkasya’da tek bir cami bırakmadıklarını öğrendiğinizde başınızı iki elinizin arasına alıp yeniden düşünüyorsunuz.
1995 yılı… Kabardey-Balkarya’da Hasanbi isminde sürekli sarhoş gezen bir Kabardey… Bir akşamüstü evinde otururken kapısı çalar. Kapıyı açtığında elinde kitaplarla birisinin beklediğini görür. “Buyurun, ne istiyorsunuz” diye sorar. Gelen misafir; “Biz Yehova şahidiyiz, aydınlanmanız ve kurtulmanız için size bu kitapları hediye etmek istiyoruz” der. Sarhoş Hasanbi’nin cevabını ben de merak ettim. Buyurun, birlikte duyalım: “Ben elhamdulillah Müslümanım. Volehi, billahi, bir daha buraya gelirsen ayaklarını kırarım.”

Kaynak: Diriliş Postası