Çerkesya ve Gazze

Çerkes davasını başkalarına anlatmanın zorluğu uzun süredir kafamı kurcalıyordu ve hatta bazen beni şaşırtıyordu. Şunu her zaman merak etmişimdir: İnsanlar başkalarına yapılan haksızlıkları anlamakta neden bu kadar zorlanır?

Soykırımın ve sürgünün Çerkeslerin davranış ve içe kapanma şekillerindeki etkilerini, aşırı ciddiyetimizde, duyguları ifade edemememizde, zayıflığa, gözyaşlarına ve yardım istemeye karşı duyduğumuz öfkede görüyorum. Dilimize, öz algımıza neler yaptığını ve bunun soyumuzun tükenmesi konusundaki kaygımıza nasıl yansıdığını görüyorum. Neden başkaları da bunu göremiyor?

Ben, Çerkes Soykırımı’na yönelik kayıtsızlığın, bu olayın bir asırdan fazla bir süre önce gerçekleşmiş olmasından kaynaklandığı algısına sahiptim. İnsanların yalnızca gerçek zamanlı olarak tanık oldukları şeylerle empati kurabileceklerini sanıyordum ama Gazze’deki soykırım bunun yanlış olduğunu kanıtlıyor. Canlı yayında bir soykırım yaşanıyor ve uluslararası toplum sadece izlemekle yetiniyor. Katliamların devam ettiği bir dönemde yaşamak yine de insanların, özellikle de elinde imkan olanların, başkalarını kurtarmak için daha hızlı hareket etmelerini teşvik edemedi.

Birkaç yıl önce katıldığım bir tartışmada Çerkeslerin televizyon ve internetin olmadığı bir dönemde soykırım ve sürgün yaşamaları nedeniyle bir dezavantajla karşı karşıya kaldıkları öne sürülmüştü; oysa Filistinliler ikisine de sahipler. Olayın bütün açıklığıyla görünmesine rağmen, onların bu acılarına verilen küresel tepki, en iyi ihtimalle belirsiz ifadelerden öteye geçemiyor. Dünya, insanların evlerinin enkazı altında can vermesine izin veriyor. Masum çocukların katledilmesinin sorumlularının kim olduğunu göstermek istemiyor.

Çerkesler, büyüdüğüm şehir olan Amman’a vardıklarında, Roma kalıntıları ve Amman tepelerindeki mağaralardan başka sığınacak yerleri yoktu. Sıtma parazitleri nehir kıyılarının üzerinde uçarken, içme suyuna erişim sağlamak için mücadele etmek zorunda kaldılar. Hastaydılar, açlardı ve evlerini özlüyorlardı. Amman’ın eski kentinin yanından geçtiğimde bu insanları hayal ediyorum ve keşke onlara çocuklarının üzerini örtebilecekleri battaniyeler getirecek, temiz su sağlayacak ve biraz ilgi gösterecek uluslararası kuruluşlar olsaydı diye düşünüyorum. Şu anki bilinç krizinde, orada olmasını istediğim uluslararası toplumun daha önce Çeçenleri, Iraklıları, Yemenlileri, Afganları, eski Yugoslav uluslarını ve şimdi de Gazzelileri bıraktığını düşünmeden edemiyorum, dolayısıyla ondan fazla bir şey bekleyemiyorum.

Gazze’deki bu savaştan önce sorunun bizde olduğunu sanıyordum. Davama dikkat çekmek için daha fazla öğrenmem, kendimi yetiştirmem, anlatım ve sunum becerilerimi geliştirmem gerektiğini düşünüyordum. Ancak somut delillere, en çarpıcı görüntülere, medyada yer alan haberlere ve uluslararası hukuk mekanizmalarına rağmen insanlara “lütfen başkalarını öldürmeyi bırakın” gibi çok temel şeyleri zar zor anlatabiliyoruz. “Lütfen çocukları hedef almayın.” “Lütfen Gazze’de olanların farkına varın.”

Soykırımlar birer oldu bitti değil; birer süreçtir. Bu nedenle, ne yazık ki, yalnızca geriye dönüp bakıldığında olayın farkına varılır. Medeni insanlar olarak artık örüntüleri tanıyabilmemiz gerekir. Ancak, tam da Çerkes Soykırımı gibi suçların tanınmaması nedeniyle, adaletsiz sistemlerin insanlığa karşı işlediği suçlar yanlarına kalıyor; kimse de onları sorumlu tutmuyor ve halk, tarih veya bu tür suçların doğası konusunda aksiyon alacak kadar bilgili değil.

Çerkeslerin çektiği acıların küçük bir kısmı bugün İngiliz Gazete Arşivi’nin çevrimiçi olarak kaydettiği gazetelerde okunabiliyor. Bunu ilk keşfettiğimde hikayemizin var olduğunu ve başkalarının bunu bildiğini gösteren belgeleri bulmak benim için çok anlamlıydı. Ancak Gazze’yi izlemek beni kaskatı kesiyor: İnsanlar, başkalarının büyük adaletsizliklere katlandığını ve bunların olmasını engellemek için neredeyse hiçbir şey yapılmadığını yüzyıllardır biliyor.

Bu deneyimler üzerine düşünüldüğünde, ciddi bir farkındalık ortaya çıkıyor. Geçmişte ya da şimdi olsun, bazı canların kıymeti daha azdır. Özünde bir idealist olarak, bu düşünceyle baş etmek benim için zor. İyiliğin galip geleceğine inanıyorum. Ancak bu acımasız gerçekliğin içerisinde yolumuza devam etmek için, kendimizi tek umudumuz olarak görmemek imkansız hale geliyor.

 

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Ajans Kafkas'ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Diğer Köşe Yazıları