Starbucks’ta kahve içen Çeçen savaşçı

Geçtiğimiz günlerde bir Starbucks şubesinde soğuk kahvemi yudumluyordum. Her yer stabil görünümündeydi. Bilgisayarlarını açıp çalışanlar, arkadaşlarıyla takılanlar, acelesi olanlar, etrafı kesenler. Her şey yerli yerindeydi. Sigara içenler kapılarla boğuşarak dışarıya çıkıyorlardı. Ben de öyle yaptım, yakıcı güneş etrafı kavuruyordu.

Dışarıda kaldırımda oturan, şapkalı, sakallı, ince ama fit bir adam dikkatimi çekti. Ağır ve sakin hareketleri, dik duruşu, etrafı umursamayışı, giyimi kuşamı, her şeyiyle “Ben Kafkasyalıyım!” diye bağırıyordu. İlk önce rahatsız etmek istemedim, daha sonra konuşunca şivesini duydum, artık onunla tanışmam gerektiğini anlamıştım.

Tedirgin etmemeye çalışarak yaklaştım, Kafkasyalı olup olmadığını sordum. Gülümseyerek cevap verdi, evet o bir Kafkasyalıydı. Biraz daha yaklaştım, şapkalı olması birilerinden gizlendiğini gösteriyor olabilirdi. Beni düşman olarak görmesini gerçekten istemiyordum. Sigarasını yere atıp söndürdü. Gülümsüyor, muhabbet etmeye çalışıyordu ama acelesi var gibiydi.

Muhabbeti derinleştirmeye çalışarak, Kafkasya’nın neresinden olduğunu sordum. Biraz kızardı, tedirginliği arttı ve köyünün Osetya ve Dağıstan arasında bir yerde olduğunu söyledi. Aslında işaret ettiği yer Çeçenya’ydı. Çeçen olup olmadığını sorunca biraz daha gerildi, Çeçen olduğunu bir şekilde geçiştirdi. Ben de Kafkas kökenliyim deyip kendimi tanıttım.

Onu rahatlatmak için kendimden bahsetmem pek işe yaramamıştı. Sıkıntısı yüzünden okunuyordu ve onu açamıyordum. Sonra ne olduysa birden patladı, halkının paramparça edildiği, arkadaşlarının yok edildiğini ve vatanından uzakta farklı ülkelerde yaşamak zorunda kaldığını anlattı. Çeçenlere savaşmaları gerektiğini söyleyenlerin konforlarını bozmadan hayatlarına devam ettiğini, Çeçenlerin ise sadece öldüğünü ve geriye kötülerin kaldığını söyledi.

Neden bu kadar çekingen davrandığını, benimle temas kurmak istemediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Onu takip edenler olabilirdi, belki ölüm tehditleri alıyordu veya artık psikolojisi normal değildi. İnsanın hayatını ortaya koyduğu mücadelede yalnız bırakılması kadar kötü bir şey olamaz. Sayıca çok az olan Çeçenler büyük bir düşman karşısında yalnız bırakılmıştı, en azından onlar böyle söylüyordu.

En sonunda ne cevap vereceğimi şaşırıp iyilerin hayatta kalması gerektiğinden bahsettim. Bir çatışmanın ortasında ölümle yüz yüze kalmadığımı anlayan Çeçen biraz küçümseyerek güldü. Benimle olan muhabbetini bitirmeye karar vermişti. Doğru düzgün vedalaşmadan hızla uzaklaştı. Ben arkasından bakakaldım. Gerçekten can tehlikesi yaşıyor olabilirdi.

Zaman zaman böyle Kafkasyalılarla karşılaşıyorum. Algıda seçicilik olsa gerek. Hiçbirinin kafasında kalpak, üzerinde geleneksel kıyafetleri yok ama bir şekilde kendilerini belli ediyorlar. Yanlarına yaklaşıp tanışma konusunda bu zamana kadar çekingen kalmıştım, bunu kırmak için yaptığım atak işte bu şekilde sonuçlandı.

Çeçenler yıllarca süren savaşların ardından derin bir hayal kırıklığı içerisindeler. Onları sadece savaşçı olarak görenlerden bıkmış durumdalar. Normal bir şekilde hayatlarına devam etmek istiyorlar. Starbucks’ta kahve içmek, arkadaşlarıyla takılmak, etrafı kesmek, yoldan geçenlere bakıp sigara içmek istiyorlar. Sanırım bu onların en büyük hakkı. Normal olmak, hayatta kalıp yaşamak bazen istenilen bir şey olabiliyor.

ÇeçenyaDiaspora

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Ajans Kafkas'ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Diğer Köşe Yazıları