Batı Kafkasya ve diasporadan ne istiyor? (IV)

Ajans Kafkas adına Hüseyin Tok’un yönettiği Batı’nın Kafkasya’ya artan ilgisi üzerine yuvarlak masa toplantısının dördüncü bölümünde, ABD’nin işgalciliğinden kaynaklı korkuları perdelemek için Kafkasya’da AB’nin ‘tarafsız’ unsurlarının öne sürüldüğü vurgulanıyor.

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mitat Çelikpala, araştırmacı-yazar Cem Kumuk, Kafkasya Forumu’ndan Alper Kahraman ve Abrek Ünlü’nün katıldığı toplantıda Rusya’nın Kafkasya algısı da irdeleniyor.

Peki diasporanın değişimine dönersek… Mesela ‘Batı’nın ilgisi diasporanın değişmiş olmasından kaynaklanıyor’ denildi. Peki biz mi değiştik, süreç mi bizi değiştirdi? Aynı süreçte, Kuzey Kafkasya da dünya gündemine, ya da ilgi alanına girmeye başladı. Önceden Kafkasya denilince sadece Güney anlaşılıyordu. Bugün Kafkasya ile ilgili yayınlara, araştırmalara, web sayfalarına ya da gazetelere bakınca Güney kadar Kuzey’den de bahsediliyor. Bir şeylerin değiştiği bir süreç yaşıyoruz. Mesela 2000’den 2008’e kadar Kafkasya kelimesine yüklenen anlamdaki kayma – Kuzey-Güney bağlamında – ele alınırsa Kuzey’in gittikçe daha çok ağırlık kazandığı görülür. Kafkasya’yı ilgi odağına oturtan araştırma kurumları ve web sayfalarında Kuzey’e dair çok az şey bulunuyordu, sadece konu edilen Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan… Dünyanın Kafkasya algısı buydu. Özellikle son 3 senede bu bağlamda Kuzey’e ilgi arttı. Bu ilgi artışı hangi anda, ne üzerine gerçekleşti? 1995’te de Sovyetler dağılmış durumdaydı ama bugünkü konjonktür yoktu. Yani demek ki Sovyetlerin dağılmasından başka bir kırılma daha yaşandı, yaşanıyor. Bu süreç aynı zamanda bizi de değiştiren süreç herhalde…Diasporanın değişmesi ve bununla Batı’nın ilgisinin artması konusunda…Batılılar Soçi’yi çok önemsiyor, her gelen bunu öne çıkarıyor. Acaba Soçi konusu onlarda bir yanılsama yaratmış olabilir mi; Dar kesimde yapılan bir kampanya, bugünkü iletişim olanaklarının çoğaltan etkisiyle orada çok geniş kapsamlı olarak algılanmış ve bir beklenti doğurmuş olabilir mi?

Alper Kahraman: Biz 100 kişi Rus Konsolosluğu’nun önüne gidip eylem yapıyoruz, Jamestown haberi “2 bin kişi Rus Konsolosluğu’nun önünde toplandı” diye veriyor. Adam biliyor öyle olmadığını. Batı’nın ya da Amerika’nın uzun vadeli planları olduğunu düşünüyorum. Burada bir diaspora oluşmasının hem AB açısından, hem ABD açısından istenilir, arzu edilir olduğunu düşünüyorum. Ama bunu beklemek için de sabırları yok. Rusya çok önde gidiyor. Ticari ilişkileri sayesinde Rusya diasporaya nüfuz etmekte ciddi anlamda önde gidiyor şu anda. Amerika’nın açığı kapatmak gibi bir heyecanı var. Amerika bir kere kendisinde bir diaspora oluşturmaya çalışıyor, muhalifleri toplamaya başladılar. Bugün Kafkasya’da ‘Ben muhalifim’ de Amerika’ya gidersin. Çok giden olmadı ama alırlar. Çünkü istiyorlar. Türkiye’de de bu beklentileri var. Ve biraz hızlandırmak da istiyorlar. Olanı abartmak ve bunu malzeme olarak kullanmak gibi… Ve Rusya da buna düşecektir. Bunu Paul Goble bir Rus yetkilinin ağzından da söyledi. Diyor ki “En büyük avantajınız şu: Dünyanın hiçbir ülkesi sizi Rusya kadar ciddiye almaz. Sizden en çok korkan Rusya’dır. Bu çok önemli bir avantaj, bunu kullanmanız lazım.” Yani Jamestown o haberi 2 bin kişi olarak verdiğinde Ruslar ona inanabilir. Böyle bir korkuları var, hatta bu korkunun temeli de var. Sadece diaspora çalışmaları sayesinde Doğu ülkelerinden birinde sorun yaşadılar ve kaybettiler. O konudaki ezberleri onlar açısından kötü diye anlattı Goble. Ben Avrupa ile Amerika’nın tavrının farklı olduğunu düşünüyorum ama Mitat Çelikpala’ya da bu konudaki gözlemini sormak istiyorum

‘AB geride durup AB’yi öne sürüyor’

Mitat Çelikpala: Hemen hemen 2004’e kadar olan dönemde Avrupa Birliği oyunun içinde yoktu. Amerika daha fazla oyuna girmeye çalışıyordu ve Karadeniz’le birlikte Kafkasya’yı Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir alt ayağı olarak görüyordu. Mesela GUAM gibi BDT’ye alternatif yapılanmaların hepsi denemelerdi. Fakat Amerikalılar şunu anlamaya başladılar; Saygınlıkları azalmaya başladıkça oyunu farklı bir alana taşımak gerekir. İşte o zaman AB oyuna girmeye başladı. Ve aynı dönemde de AB genişlemesini tamamladı ve Komşuluk Politikası’nı yayınladı. Yayınladıktan sonra herkes AB’ye pozitif, para getirecek, ekonomik sistemi düzeltecek bir aktör olarak bakmaya başladı. NATO’nun genişlemesi, NATO’nun alan dışı görev alanları, Transatlantik dünyasının genişlemesi tartışmaları da burada birleşti ve Amerikalılar bir anda 2004’ten itibaren geri plana çekildiler. Sahnenin önüne çok çıkmamaya başladılar. AB gibi yapılanmaları ittiler tüm eski Sovyet coğrafyasında etkin olmak adına… Mesela Amerikalılar kenarda dururken, Orta Asya’da Avrupa Birliği daha önceki dönemde Özbekistan’a veya diğerlerine yaptığı o sert söylemleri kesti, görüşmelere başladı. Demokrasi, insan hakları gibi konuları çok gündeme getirmeyip alttan alta görüşmeler yapmaya başladılar. Amerikalılar hiç girmiyor. Ama hedef aynı aslında. Ve buralarda da Avrupa Birliği projeleri İngilizlerle, Fransızlarla yapmıyor. İsveç’le, Finlandiya’yla, Danimarka’yla, Norveç’le yapıyor. Kimse de Norveç ya da Danimarka’nın Kafkasya’da yayılmacı ya da farklı bir çıkarı olduğuna inanmıyor. Dolayısıyla adam alanda rahat hareket ediyor. Gidin bakın, bütün temsilciler, görüşme yapan bütün araştırmacılar, rapor yazanların dörtte üçü böyledir. Bu bir bilinçli oyun. Ve sonuçta ‘Batı’ dediğimiz şey orada başlıyor; ortak çıkarlarda. Hedefler, çıkarlar, oyun aynı. Ama yollar değişmeye başladı. Güvenlikleştirme de orada başlıyor. Teknik olarak baktığında, Avrupa Birliği’nin standartlarına getirdiğin, yasalarını buna göre hazırlamış bir Kafkas ülkesine ABD’nin hiçbir itirazı olmaz. Bu oyun bilinçli bir oyun ve daha da artacak, ilerleyecek.

‘Rusya sistemin parçası olmaya çalışıyor’

Alper Kahraman: Peki Amerika ile Avrupa’nın bu noktada çatışması yok mu?

Mitat Çelikpala: Hayır, hiçbir zaman olmadı. Çatışmayacaklar da. Konjonktürel olarak çatışma diye gördüğümüz şey aslında sadece yeni sistemin tanımlanmasıyla ilgili. Hegemon güç nasıl davranacak; tek taraflı mı yapacak, birlikte mi yapacak? Amerikalılar bunu kısa bir süre, 2001’den sonra tek başına yapmaya kalktı; Batılılar dediler ki tek başına yapma. Şimdi uzlaştılar. Çünkü Amerikalılar da şunu gördü: Bunu tek başına yapmaya başladığın zaman daha çok kaynak harcıyorsun ve biraz da sancılı oluyor. Bırak adam senin adına yumuşak yumuşak yapsın bunu. Ben burada bir anlaşma olduğuna inanıyorum. Bunun en güzel örneği Karadeniz belgeleridir. AB’nin yayınladığı Karadeniz Sinerji Belgesi, daha önce Amerika’daki think-tanklerin yayınladıkları Karadeniz raporlarının yüzde doksanıyla aynıdır. Bu raporların hepsine, başta Türkiye olmak üzere, Ukrayna, Rusya karşı çıkıyorlardı. Avrupa Birliği’nin benzer içerikte yayınladığı belgelere hiçbirinin itirazı yok. Çünkü herkesin kafasında AB’nin bir bütün olmadığı, yıkıcı bir etki yaratamayacağı, işgalci bir unsur olmayacağı imajı var. ABD’nin ise işgalci olduğunu düşünüyorsun. Bu bir imaj. Bu Kafkasya tanımıyla da örtüşüyor aslında. Ben Kafkasya tanımının pozitif yönde geliştiğine katılmıyorum. Azeriler mesela çok kızıyorlar Kafkasya deyince. ‘Kafkasya deyince Rus kontrolü altında bir bölge havası yaratıyorsunuz’ diyor adam. Yani algı çok önemli. Ben ilk bu konuları araştırmaya başladığımda, 90’larda yazılanlara baktığımda, herkes oturup bizim yaptığımız tanımları yapıyordu: Kuzey Kafkasya halkları, Güney Kafkasya halkları… Güney Kafkasya diye de bir şey yok aslında. İlk önce 90’ların sonuna doğru Kuzey-Güney ayrımını yaptılar, şimdi herkes Kafkasya deyince Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan anlıyor. Kimse Kuzey’i anlamıyor. Ha, Kuzey’le ilgili artan miktarda bilgi, enformasyon var, bu doğru. Bu da en başta söylediğimiz şeyle uyuşuyor: Dünya sistemi değişiyor. Simdi hiçbir yeri kapatamıyorsun. Bütün o Rus baskısına rağmen mesela Soçi’ye gidebiliyoruz, alanı gezebiliyoruz. Rusya’nın diğer bölgelerine gidiyorsun. Tabii bazen başına bela geliyor ama eskiden hiç gidemiyordun. Mesela bir Batılı daha rahat gidebiliyor bize göre. Rus bunu, bir kontrol edemez hale geldi, iki kontrol etmek istemiyor. Vladimir Putin’in 2007’nin ilk konuşmasından sonra ‘İkinci Soğuk Savaş mı başlıyor’ diye sordular… Hayır, konuşma metinlerine baktığınız zaman, Rusya ve Putin –şimdi aynısını Dmitri Medvedev de yapıyor- sistemin parçası olmaya çalışıyor. Amerikalıları eleştirerek “Tanımlanan ve bizim de kabul ettiğimiz ve bu yüzden Sovyetler Birliği’nin çökmesine sebep olduğumuz Batı dünyasının değerleri, eşit ülkeler, uluslararası örgütlerin oluşturduğu sistemin parçasıyız. Hepsine üye oluyoruz ama siz bizim üye olmadığımız yapılarla sistemde bizi dışlıyorsunuz. Bu değerlere aykırı değil mi?” diyor. Dönüyor bunu Batılılara söylüyor. Yani sistemi parçalamaya çalışıyor. Rusya akılcı oynuyor. Eski Rusya değil. Sahip olmak istediği sistem için ‘hiçbir zaman Varşova Paktı gibi ayrı bir cephe kuralım, kimler benden, kimler benden değil’ demiyor. ‘Sistem bu, ben de bu sistemin bir parçasıyım; kim sisteme uymuyor’ diye soruyor. Almanya’dan Fransa’ya kadar herkesle ilişki kuruyor. Dikkat ederseniz geçen sene tekrar Suriye ve Ortadoğu’ya indiler. Yani o ilk yakın çevreyi halletti, şimdi bir üst halkaya gidiyor. Ama hiçbir zaman artık Güney Amerika’ya gitmeyecek. Küba’ya gitmeyecek hiçbir zaman. Ama Ortadoğu’ya gitti şimdi. Kuzey Afrika’ya gidecek. Mesela Umman’a, Katar’a gitti doğalgaz anlaşması yapmak için. Yani artık oyunun kurallarıyla oynuyor. Alternatif oluşturmuyor. Oyunun kuralları içinde yaşamaya çalışıyor. Burada enerji bir silah.

Mesela Çeçenistan konusunda çok akıllıca politika uyguladılar. Çeçenleri vahhabi yaptılar, teröre, radikal İslam’a uyarladılar, herkes de buna inandı. Hala da inanıyorlar.

Alper Kahraman: Ben uzun vadede başka bir sorun olduğunu düşünüyorum. Mesela Rusya’nın bugün içinde bulunduğu durumu, Sovyetlerin yıkılmasıyla yaşadıkları ağır travmadan çıkışın yolu olarak gördüler, bu böyle. Ama, nasıl yerel elitleri oluşturduğu zaman sorun çıkarmaya başlıyorsa, aynı şekilde Rusların kendilerine olan özgüveni arttıkça, travmadan kurtuldukça yavaş yavaş farklı bir tona geçmeye başlayacaklarını düşünüyorum. Asıl sorun Batı’yla Rusya arasındaki o bir türlü oturmayan ilişki biçimi olduğunu düşünüyorum. Nasıl Türkiye doğu ile batı arasındaki sorununu çözemediği için bir sürü sorun birikerek kendisinin üstüne çöktüyse, aynı şekilde Rusya da doğu-batı arasında sıkışmışlıktan kaynaklı Batı ile ilişkilerini bir türlü doğru zemine taşıyamayacak bence. Çok geniş bir coğrafya; ve ne kadar batılı olursa olsun, bir kısmı gene doğulu olacak. Ve uzun vadede bunun yaratacağı sorunlardan dolayı Batı’yla sürekli çekişmek zorunda olacağını düşünüyorum.

Mitat Çelikpala: Bence kısa vadede bile bunu yaşayacak. Zaten Gürcistan ve Ukrayna ile bunu yaşıyor. Bu Rus sisteminin en büyük açmazı. Ruslar mesela kollarını keseceklerini ve kan kaybından öleceklerini bilseler de kollarını kesiyorlar. Bu bir hastalık gibi travmatik bir ilişki. Türkiye’deki gibi. Türkiye’de sorun olacak diyoruz, ama gene de yapıyoruz; göz göre göre atlıyoruz uçuruma; Rusya da bunu yapma potansiyeline sahip. O da belki toplumu bir arada tutma potansiyeli. Aradaki iki senelik sallantılardan sonra bir daha ayağa kalkmayı bu sayede beceriyor. Belki de toplumu ayakta tutan, Avrasyalı olmaktan kaynaklı bir şey. Türkiye de Avrasyalı, benzeşiyor birçok şey. Mesela Gürcistan meselesi ya da Ukrayna meselesi Rusya’yı bir daha parçalayabilir. Adam belki bunun farkında olduğu için üniter bir yapı kurmaya çalışıyor, sert biçimde. ‘Ne kadarını kontrol edebilirsem, o kadar iyi’ diye düşünüyor.

Peki Batı bu oyunda Kafkasya’yı nereye koyuyor?

Mitat Çelikpala: Kafkasya Rusya’nındır diye bakıyorlar. Azerbaycan dahil olmak üzere.

O zaman bu konuştuğumuz Batı’nın ilgisinin amacı ne?

Mitat Çelikpala: Rusya’nın Batı dünyasına hiçbir zaman bulaşmamasını sağlamak.

Abrek Ünlü: Ama Gürcistan’a da öyle bakıyorlardı…

Mitat Çelikpala: Gene öyle bakıyor. Buradaki sorun (Gürcistan Devlet Başkanı Mihail) Saakaşvili onun gözünde Gürcistan’ın kendisi değil. Adamın kafası bu konuda net: ‘Azerbaycan dahil olmak üzere Kafkasya benimdir’ diyor. Bana göre, Saakaşvili’ye Batı dünyası dedi ki “Parlamento seçimlerini hallettik, başkanlık seçimlerini hallettik, 4 senen var. Bu işi çöz.” Aynısını Rusya söylüyor. Dört yılın sonunda Saakaşvili gidecek. Net. Ben bunun geçen sene olacağını düşünüyordum, seçimden önce. Ben Batı dünyasının Saakaşvili’yi gönderip başka bir isim bulacağına inanıyordum. Daha ılımlı, Rusya’yı dengeleyecek, biraz zaman kazandıracak. Çünkü Gürcistan’ın zamana ihtiyacı var; Batı dünyasının dönüştürmesi anlamında.

Gürcistan’ı Rusya’ya bırakılmış olarak mı görüyorlar.

Mitat Çelikpala: Bırakmak istemiyor. Rusya da bırakmak istemiyor. Sonuçta bir mücadele var burada. Batı dünyası Gürcistan’ı, Azerbaycan’ı, hatta Ermenistan’ı kendi cephesine çekmeye çalışıyor. Rusya ise bu bölgeyi hiçbir zaman bırakmak istemiyor ve bırakmayacak, sonuna kadar itişecekler, gerekirse kolunu kesecek.

‘Batı diasporayı oyuna sokmaya çalışıyor’

Peki Kuzey Kafkasya’yı gelecekte nereye koymak istiyor Batı? Diasporaya ilgisinin sebebi ne? Bağımsız olmasını mı istiyorlar, yoksa bir yerde dursun da zamanı gelince kaşırız diye mi bakıyorlar?

Mitat Çelikpala: Diasporayı anlamak istediler Türkiye’de. Diaspora Kafkasya’yı Batı dünyasının içinde mi görmek istiyor, Rusya ile beraber mi? Geleneksel anlamda bakınca diasporanın Rusya’dan nefret etmesi gerekiyor. Çünkü diasporanın burada olmasının sebebi Rusya. Dolayısıyla teknik olarak diaspora ekonomik olarak da güçlüyse, 7-8 milyonluk bir diasporadan bahsediyorsak, bu nüfus neredeyse bütün Kafkasya demek. Adam diyor ki, bunun üçte biri aktif olarak bu işlere bulaşsa bölgeyi sallayabiliriz. Politik olarak veya ekonomik olarak… Dolayısıyla bunu kullanabilir miyiz, diye merak ediyor. Ama yavaş yavaş anlaşılmaya başladı ki böyle bir diaspora yok. Dolayısıyla nasıl kullanacak, onu bilmiyor. Mesela Amerikalıların, İngilizlerin, Finlandiyalıların sorduğu: Türkiye’yi oyuna nasıl sokarız? Türkiye oyuna niye girmiyor, girmek ister mi ya da nasıl girer, sorusunu soruyorlar. Çünkü aslında kafasında Türkiye diye bahsettiği şey, diasporanın da oyunun içine girmesi. Bunun henüz nasıl olacağıyla ilgili hiçbir fikirleri yok. Burada diasporadan, bizden gidecek öneriler adamların aklına yatarsa bunun üzerine gitmeye başlayacaklar. Ama bunu yapabilirler mi yapamazlar mı; bunun cevabı yok.

Alper Kahraman: Bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Şimdiye kadar gördüğümüz en büyük problem, şu algılama biçimi, güçlü ortaklar edinip bunun üzerinden siyaset yapma… Mesela bir lobicilik fenomeni var, bunu çok önemli bir şey zannediyorlar. Kafkasya Forumu olarak ilk bu işe başladığımız zaman ideolojik olarak örtüşmemiz gereken insanlardan çok ciddi bir eleştiri gelmişti: ‘Siyaseti sokağa indirmeyin’ dediler. ‘Çünkü ne kadar güçsüz olduğumuzu anlarlar’ dediler. Halbuki adam bilmiyor mu senin ne kadar güçsüz olduğunu… Hani bir eylem düzenlediğinde oraya elli kişi, yüz kişiyi getirmekten imtina etmenin seni kurtarmayacağını farkında olman gerekir. Bir başkası da şunu söylüyordu:  ‘Bize eskiden seçim zamanında partilerden gelirlerdi, sunumlar yaparlardı, milletvekili çıkarırız diye talepte bulunurlardı. Çünkü örgütlü bir toplum yoktu ve bulabildikleri en ilkel örgütlere dalıyordu adamlar. Sonra anladılar ne kadar güçsüz olduğumuzu; artık milletvekilini çağırıyoruz konuşmaya gelmiyor. Çünkü biliyor hiçbir etkinliğimiz yok, oy potansiyelini etkileyemiyoruz.’ Bu zayıflık içinde benim gördüğüm temel bir sorun var. Çok aktif bir örgütlenmeden gelen tavsiye: ‘Bırakın halkı, halkı ne yapacaksınız. Üç kişiyle bir açıklama yaparsın, o açıklama oradan duyulur. Avrupa Birliği’ne mektup yaz. Orada etkisi oluyor.’ Şimdi burada, senin yaptığın eylemde 100 kişinin 2 bin kişi olarak duyurulması, senin yaptığın işler konusunda seninle ilişki kurması bir handikap getiriyor, tehlikeli bir boyutu var. O da seni öz kaynaklarından, kendinden uzaklaştırmak. Senin, toplumun önünde gitmesi gereken, örgütleyici olması gereken, siyasi anlamda önderlik etmesi gereken kişiler kendini göremiyor. Böyle olunca asıl gücünü kaybediyorsun. Kendi dinamiklerinden kopmamak lazım. Batı’nın ilgisinin bizde yaratacağı tahribatın farkında olmamız lazım.

HT/FT

Devam edecek…