‘Çerkes Meselesi dünya gündemine taşınmalı’ (1)

Kazım Berzeg, Türkiye’de Liberal düşüncenin mimarlarından, Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucu başkanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden en çok karar alan Türk avukatı. Türkiye Kazım Berzeg’i kısaca böyle tanıyor. Ama O, aynı zamanda Çerkeslerin Türkiye’deki en önemli düşünce ve sivil toplum adamlarından biri. Söyleşimizin ilk bölümünde Kazım Berzeg ile dünü, bugünü ve yarınıyla Çerkes meselesini konuştuk.

Dilerseniz en temel meseleden, Kafkasya halklarının varlıklarını sürdürebilme mücadelesinden başlayalım.

Kazım Berzeg: Ben yeryüzündeki bütün kültürlerin varlıklarını sürdürmeleri, bunun içinde tüm insanlığın gayret sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum. Çerkesler varlıklarını sürdürebilmeleri de bu ‘ortak gayret’e bağlı. Ama şu var; dünyada beş bin dil konuşulduğu söyleniyor, belki daha fazla belki daha noksan,  beş binse şayet, Çerkesler beş bin dili konuşanlardan herhangi birisi değil veya beş bin kültür grubundan herhangi birisi değil. Ancak maalesef kendilerini, dünyaya tanıtma hususunda herhangi bir gayret gösteremediler. Dışarıdan Çerkesleri biraz araştıranların vardıkları ortak kanaat: Çerkes dilleri de Çerkes toplumsal yapısı da Çerkes kültürü de özel önem taşıyan dillerden, önemli kültürlerden birisidir ve varlığını devam ettirmesi tüm insanlık için daha büyük önem taşır.

‘Çerkes dilleri’ diyorsunuz, bu da tartışmalı konuların başında geliyor.

Çerkesler Kafkasya’da da Türkiye’de de diğer yerlerde de maalesef çok azaldılar. Onun için, Abaza, Oset, Çeçen gibi ayrı ayrı gruplar olduklarını, ayrı ayrı halklar veya hatta kültürler olduklarını ifade etmeleri yanlış. Bu evvela az oldukları için yanlış. Daha da önemlisi; Çerkesler ancak evvela en yakın olan Türk toplumundan, ikinci kademede İslam toplumundan, üçüncü safhada tüm insanlıktan destek temin etmek suretiyle varlıklarını koruyabilirler. Yani bundan yüz sene sonra Çerkes gruplarından herhangi birisinin varlığından bahsedilecekse şayet, bu Türkiye’nin, İslam aleminin, Avrupa’nın ve tüm insanlığın desteği sayesinde olacak. Kendi güçleri maalesef buna yetmez, realist olmak lazım. Dünyanın desteğini en yakın çevreden itibaren temin etmeleri gerekir, buna hakları var. Dünyanın bugünkü anlayışı, bugünkü gidişatı bunu ifade etmelerine ve bu desteği temin etmelerine de ortam hazırlar mahiyette. Onun için, dünyaya kendilerini daha iyi tanıtmaları lazım. Daha iyi tanıtma bakımından da Çerkes adı çok önemli. Yani Türkiye’de de, İslam aleminde de, Avrupa’da da Amerika’da da Kuzey Kafkasyalıların hepsi Çerkes adıyla anılıyor. Adıge’yi, Karaçay’ı, Abaza’yı, Oset’i hiç kimse bilmiyor ama Çerkes denilince iyi tanıyorlar ve Çerkeslerin herhangi bir dil grubu herhangi bir kültür grubu olmadığını, insanlık camiasında ve tarihinde önemeli bir yeri olduğunu biliyorlar. Bunu bildikleri için de “aman yardım, edin Çerkes varlığının devamına imkan hazırlayın” demek daha kolay ve o yardımı temin etmek de çok daha kolay.  Size kendi tecrübelerimden örnek vereyim. Helsinki Yurttaşlar Meclisinin 1993’de Ankara’da yapılan milletler arası toplantısına Türkiye’den çağrılan 250 katılımcıdan biri bendim. Çerkes olduğum için değil, İnsan hakları savunucusu olduğum düşüncesiyle. Abhazya harbi vardı Çeçenistan meselesi vardı, önemli hadiselerin olduğu bir yıldı. Ben asıl konumu bıraktım, elimden geldiği kadar Kafkasya meselelerini anlatmaya çalışıyorum. Abaza diyorum, Adıge diyorum işte Osetya diyorum Çeçen diyorum… İlgisiz dinliyorlar. Duymadıkları bir şey dinliyorlar, lütfen dinliyorlar. Yanımda oturan bir İtalyan ben bir miktar konuştuktan sonra “Sen Çerkeslerden mi bahsediyorsun?” dedi, “Evet” dedim,  “Çerkesleri çok iyi biliyoruz ama bahsettiklerini hiç bilmiyoruz.” diye cevap verdi. Sonra, literatürde de Çerkes olarak geçiyor.

Diasporadaki Çerkeslere düşen görevler nelerdir?

Ben ‘diaspora’ lafını sevmiyorum, çünkü Türkiye’ye yabancılaştırıyor. Osmanlılardaki sadece 1453’ten 16. asrın sonuna kadarki 150 yıl boyunca 48 sadrazamdan kırk tanesi balkanlı, dört tanesi Türk, dört tanesi de Çerkes. 1570 Don-Volga kanal seferinin başındaki Kasım Paşa Çerkes. Osmanlının o daha ödemde Kafkasya’daki Çerkeslerle irtibatı var. İslam alemine 250 sene liderlik eden Memlukler var… O zaman Çerkesler niye yabancı olsun ki?

Ama bugün bu topraklarda Çerkes kimliği ile var olamıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Çerkes kimliğini kabul etmiyor.

İşte bunu Türkiye Cumhuriyetine kabul ettirmek,  diaspora demeden kabul ettirmek lazım.

Nasıl?

Evvela düşmanlık ilan etmek suretiyle olmaz. Türkleri dost kabul edip -ki dostturlar da hakikaten-  Onları imkan nisbetinde ikna etmeye çalışmak. Evvela şunu söyleyeyim ben Kafkasya’ya dönüş düşüncesini benimseyenlerdenim. Ama bu mümkün mü Türkiye’deki Çerkesler için? Değil.  Çünkü dünyadaki örnekleri biliyorum. Sürüldüğü için gitmek zorunda olanla, Türkiye’de ikamet etmekteyken buraya alışmışken, iyi kötü bir geçim yolu varken gitmek farklıdır. Mesela Sovyetler Birliği’nden İsrail’e Yahudilerin göçü. 1980’lerin başında 5 milyar dolar İsrail kendisi tahsis etti, 5 milyar dolar da milletler arası alandan temin edildi. O günkü 10 milyar dolar bugünkü 30 milyar dolardır. Gidenin de hepsi birkaç yüz bin kişi. Gidecek insan orada yeniden eğitilecek, rehabilitasyonu var, iş imkanı var, şu var bu var. Yani değişik bir hayata intibak edecek. Gitmek zor. Onun için hayal kurmamak, Çerkeslerin yaşadıkları yerlerde varlıklarını sürdürebilmelerini düşünmek gerek. Ama dönüş için milletler arası camian nasıl ki İsraillilere 5 milyar dolar tahsis etti, Çerkeslere de böyle bir imkan tanınabilir, tabi Rusya’yla Türkiye’nin de anlaşması suretiyle, Rusya’yı da anlaşmaya mecbur etmek suretiyle…  O imkanlar da araştırılsın, ama henüz ortada böyle bir imkan yok. Olmadığı için Türkiye’deki Çerkeslerin varlıklarını burada devam ettirmeleri şimdilik peşine düşülecek hedef olur. ‘Biz burada emaneten duruyoruz, diasporadayız ve döneceğiz’ dediğiniz zaman Türkiye’de ne siyasi ağırlığınız olur, ne de ekonomik ilişkilerde güven telkin edebilirsiniz. Kendinizi gereksiz yere yabancılaştırmış olursunuz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin de üzerine düşen bir şeyler olmalı?

Helsinki nihai senedi bütün batılı devletler gibi Türkiye’ye de son 30-35 yıldır kendi içerisindeki bütün farklı unsurları, kültürleri devam ettirme mükellefiyeti veriyor. Hem milletler arası camiaya hem de devletlere veriyor bu mükellefiyeti. Türkiye Cumhuriyeti devleti katıldığı anlaşmalar uyarınca Türkiye’deki Çerkes varlığını devam ettirmek için maddi imkan tahsis etmek, her türlü gayreti göstermek mükellefiyetindedir. Türkiye Cumhuriyeti devletine bu mükellefiyetini dostça hatırlatmak, vatandaş olarak hatırlatmak, Türkiye’nin insanı olarak hatırlatmak gerekiyor. Olması gereken bence budur. Ve bakmayın siz Bardakçı’ya, Türklerin çoğunluğu, doğru dürüst anlatılırsa ‘Çerkesler yok olmasın varlıklarını sürdürsünler’ der. Mesele Türklere bunu dedirtmektir.

Doğru dürüst anlatılmadığı için mi etkili sonuç alınamadı bugüne kadar?

Ben Sovyetler Birliğini inceleyen yazılar da yazdım. Sovyetler birliğinin durumu şuydu; bütün dünyada son derece etkili propaganda mekanizmaları kurdular. Sovyet rejimine karşı olan herhangi birine sorduğun zaman ‘Sovyetler her ne kadar demokrasi değilse de ekonomide çok büyük başarılar sağladılar’ derdi. Dünyada insanları bu şekilde düşünür hale propagandayla getirdiler. Oysa dağıldıktan sonra görüldü ki -doğru araştıranlar daha önce de farkındaydı zaten- Sovyetlerin asıl başarısızlığı ekonomide. Bunu kurdukları propaganda düzenine örnek olarak ifade ediyorum. Rodina dedikleri devlet kuruluşları vasıtasıyla Rusya’yla irtibatı olan, Rus olur, Gürcü olur, Çerkes olur, Yahudi olur… Bunların hepsi içerisinde propaganda yapmayı planladılar ve Ankara derneği vasıtasıyla Türkiye’de bunu uyguladılar. Bu arada dönüş fikriyle ve saire ile amaç Türkiye’de Sovyetler birliği sempatizanı bir Çerkes kitlesi yaratmaktı. Tabi yalnız Çerkes kitlesi değil, Öğretmen kitlesi, Gürcü kitlesi vs.

Bahsettiğiniz bu Rus propagandası Türkiye’de nasıl işliyordu?

Bir grup vardı 1970-71 den itibaren. Bunlar Türkiye’de bir şeyler yapar görünüp Türkiye’den dışarıya Çerkes sesi çıkarmama planını uyguluyorlardı. Bir başkasının da Türkiye’de Çerkesler yaşıyor diye dışarıya ses vermesini engellemek için de ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Yani bunların içindeydim. Bunu siyasi sebeplerle söylüyor değilim, bilerek söylüyorum. Benim mesleğim avukatlık. 1987’de önce Avrupa insan hakları komisyonu, 1990’dan itibaren de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Türkiye ilişkisini kurduktan sonra işlerimi tedricen o alana yönelttim. Şu anda AİHM’den en çok karar almış olan Türk avukatı benim. Bazı konularda da Türkiye’nin taraf olduğu ilk kararları alan avukat benim. Bir ölçüde tanırlığım sebebiyle Helsinki Yurttaşlar Meclisi’nin 1993’te Ankara’da yapılan toplantısına davet edildim. Toplantıdan bir buçuk ay evvel katılımcıların hepsine toplantı programları gönderiliyor. O vesileyle öğrendim ki toplantının ağırlıklı konuları arasında Abhazya ve Çeçenistan var. Bunu öğrenince Ankara derneğine Abhaz kriz komitesine, Ankara’daki konseye, o zaman mevcut olan bütün derneklere programları gönderdim. ‘Ankara’da toplantı yapılacak, bütün dünya NGO’su gelecek, dünya basını gelecek, mutlaka katılın’ diye. Israr etmeme rağmen hiç birisi katılmadı.

Neden katılmadılar sizce?

Katılmamalarının iki sebebi olabilir. Birisi; kendilerinde acz hissettikleri için olabilir. Katılmaları için dil bilmeleri gerekliydi ve saire… Ki pek sanmıyorum, telafi edilebilecek eksiklerdi neticede.  Doğrusu; birileri ‘katılmayın’ şeklinde talimat verdiği için katılmadılar. Dünya basını üç dört gün müddetle burada, Kafkasya meselesi konuşuluyor, dernekler yoklar. Ondan sonra da bütün derneklerden istifa ettim. Tavır bana ihanet gibi geldi. İhanetti de hakikaten. Hele orda meselesi olan toplumların aktivitelerini görünce…  Orada gördüm ki; Gürcüler Kafkasya Diyalogu grubu için 14 kişi gelmişler 4 kişi de içlerinde Abhazya temsilcisi diye getirmişler. Hepsiyle kavga ediyorum. Orada Abhazya aleyhine bir deklarasyon çıkmasını da kavgayla engelledim. Ben varım, eşim var, kızım var bir de Çerkes avukat stajyerim var. Orada bir Hollandalı, adını hatırlamıyorum, kiliseler birliği gibi bir NGO temsilcisi yaşlı bir adam bana dedi ki; “Biz Türkiye’de Çerkeslerin olduğunu biliyoruz. Neden Kafkasya ile ilgilenmiyorlar? Türkiye’deki Çerkesler Kafkasya’da Çerkes olsun istemiyorlar herhalde.” Bundan sonra da ben derneklerle ilişkimi kestim. Aynı şey 1999’da AGİT toplantısında oldu. Ankara derneği katılımı engellemek için elinden geleni yaptı. Baştan itibaren dünyayla irtibat kurun diyorum. Türkiye dışına gidemiyorsanız Ankara ve İstanbul’da dünyanın büyük basın ajanslarının temsilcilikleri var, onlarla irtibat kurun diyorum. Bir gün Ankara derneğinden bir dostumuz enteresan bir cevap verdi, “Biz Türkiye dışıyla ilgilenmiyoruz” dedi. Yani Türkiye Çerkesleri dernekler marifetiyle iyi imtihan vermediler. Bu başımdan geçenleri söylediği