Kafkasya’da farklı diller konuşan aynı halktan insanlar vardır (2)

Hulusi Üstün, Türk öykücülüğünün önemli temsilcilerinden ve Türk edebiyatında Kafkasya denilince ilk akla gelen isim. Ayrıca, Demokrasi İçin Çerkes Girişimi’nin sözcülerinden biri. ‘Gurbetten Çerkes Hikayeleri’, ‘Burası Çeçen Komitesi’, ‘Canlar’, ‘Şaheser’, ‘Türkü Öyküleri’, ‘Kanatlı Süvarinin Hatıraları’ adlı kitapları, makaleleri ve aktivistliği ile tanınan Hulusi Üstün ile Diçeg’i, Çerkes Hakları İnisiyatifini, Çerkes kimliğini ve Kafkasya’yı konuştuk.

Kafkasya’da savaş hiç bitmiyor. Geçmişten bugüne Kafkasya’daki savaşın yarattığı tahribat üzerinde yeterince durulduğunu düşünüyor musunuz?

İşte bir tragedya! Yeryüzünde savaşla boşaltılmış coğrafyalar, Endülüs, Kolomb öncesi Amerika… Bunların trajedisinden dünya haberdar. Kafkasya’dan ise dünya tarihinin haberi yok. Kaybedilenler hep istatistikî veriler olarak düşünüldü bugüne kadar. 10 milyon insan öldü, 5 milyon İnsan öldü, 2 milyon insan öldü… Bunlarının her birinin bir hayatı vardı, bu insanlarının her birinin akrabaları vardı, bu insanların her biri bu halkın kültürünün belli nüvelerini taşıyorlardı. O insanlarla beraber o kültür öldü. O insanlarla beraber birçok hatıra öldü, o dilin birçok kelimesi öldü. Dolayısıyla Türkiye’deki Çerkeslerin Kafkasya’ya ait hatıraları kalmadı. En çok acı veren de bu. Bırakınız kaybettiklerimizin telafi edilmesini, çetelesini bile tutamıyoruz. Dünyanın elinde böyle bir envanter yok.

Süregelen çatışmaların yarattığı tahribat, sebepleri, önüne geçilebilmesi için yapılabilecekler… ?

Kafkasya, halkı savaşla bir güç olmaktan çıkarılmış bir yer dedik. Hal böyleyken bugün dünyanın muhtelif yerlerinde bazı insanlar Kafkasya’daki dindaşlarımıza destek verelim, onları vuruşturalım diyerek belli lojistik yardımlar yapıyorlar, para yardımları yapıyorlar. Bu para yardımlarını alan, samimiyetten başka hiçbir şeyi olmayan, kullanıldığının farkında olmayacak kadar kör olan, Kafkasyalı olduğu için de fevri olan insanlar ne kadar kolay yönlendiriliyorlar. Kendi soydaşlarını, adı Ahmet, Muhammed, Pşimaho olan Kabardey polisleri vuruyorlar ve cihat yaptıklarını zannediyorlar. Sonra aynı İslami kuruluşlar yeni organizasyonlar düzenliyorlar ve diyorlar ki; “Kabardey-Blakar’daki  şehit çocuklarını, yetim çocukları okutup onların ihtiyaçlarını karşılamak için yardım edin” Bu nasıl bir körlük… Bu cinayetin katili de, azmettiricisi de, maktulü de, zarar göreni de Müslüman…

Biz de burada ‘gelişmeleri endişe ile izlemekle’ kalıyoruz.

Aynen öyle. Nalçik olaylarında yüzün üzerinde Kabardey-Balkar’lı delikanlı öldü. Nüfusu dört yüz beş yüz bin kişi olan bir halk için yüz tane yetişmiş delikanlının ölmesi ne demektir biliyor musunuz? Türkiye’ye vurduğunuz zaman yüz bin, iki yüz bin insanın ölmesi demektir oransal olarak… Korkunç bir kayıp! O çocuklar eğitimli çocuklardı. O çocuklar İslam tarihinde benzeri olmayan bir saikle vuruştular; Camiler kapalı olduğu için. İslam dünyası denilen -var mı yok mu bilmiyoruz bu dünyayı ama- o dünya duymadı bile. Yeryüzünde birileri ‘benim şehrimde camiler kapalı’ diye polis vuruyor. Bunun kritiğini yapma ihtiyacı duymadı İslam dünyası. O yüzden Kafkasya, İslam dünyası için potansiyel fedailerin, intihar bombacılarının, potansiyel serdengeçtilerin bulunduğu bir kaos coğrafyası. Yani o cihatçılar için Kafkasya’daki kültürün, tarihi mirasın, dillerin, insani değerlerin hiç birinin kıymeti yok. Adıgece var olmayacakmış, 300 bin Çeçen ölmüş, bilmem kaç tane çocuk yetim kalmış hiç önemli değil. Önemli olan ne biliyor musun? Kaç tane Sibiryalı zavallı, dünya haritasında köyünü gösteremeyecek, şehrini gösteremeyecek, Çeçenya’yı gösteremeyecek kaç tane Rus delikanlısı öldü. Cihadın boyutlarını bununla ifade eden insanlar.

Fakat başka türlü bir İslam’ı öğrenilebilmelerinin önü kapalı, şiddetli baskı görüyorlar, çıkış yolu bulamıyorlar. Çare?

Bunun yolu Türkiye’deki Çerkeslerin varlığını sürdürmesidir işte. Zaten bu noktada öncelikli olarak arzu ediyoruz bunu.  Buradan oraya veri desteği yapılsın, burası oranın beyni olsun. Buranın demokrasi tecrübesi, buranın savaş, acı, trajedi, dram tecrübesinden kaynaklanan bilgi birikimi Kafkasya’yı etkilesin istiyoruz. Fakat burada yazılmış çizilmiş eserler Kafkasya’daki insanların anlayabileceği dillere çevrilmez ne hikmetse. Oysa Kafkasya için yapılacak en temel çalışmalardan biri, diasporada üretilmiş Kafkas kültürüne ilişkin verilerin onların anlayacağı dillere, Rusçaya çevrilmesidir. Kimse akıl etmemiştir bunu, oysa en temel şeylerden birisidir. Çünkü burada da Kafkasya var burada da Kafkasyalılar var. Bunlar Kafkas kültürünü işliyorlar, yazıyorlar, ama Türkçe yazıyorlar. Kafkasya’da yaşayan insanlar tarihleri, Kültürlerinin ayrıcalıkları, dillerinin değeri konusunda kafi bilgiye sahip değiller. Komünist dönem boyunca onlara ‘siz iptidai bir kültürün sürdürücülerisiniz’ muamelesi yapılmış. Oysaki onlar sürgünde buraya gelirken çok şerefli, çok mümtaz insanlar olarak el üstünde tutuldular.

Çerkes soykırımı konusu ve Çerkesya söylemi Soçi Olimpiyatları ile birlikte belirli bir gündem oluşturuyor. Ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki veriler derli toplu bir şekilde Rusçaya çevrilmediği sürece Çerkes Soykırımını dünyaya anlatmazsınız. Çerkesya söylemine gelince o söylemin iki tarafı var. Eğer bu söylem Kafkasya’nın kuzey batısını da bir savaş alanı haline getirmeye yönelik ise bu çok sakıncalı. Orada savaşacak hiçbir güç yok, savaşın bu halka sağlayabileceği hiçbir şey de yok.

Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes ve Adıgey yerine tarihi Çerkesya içerisinde, buralarda yaşayan halkların bir arada yaşayacağı bir idari birim istemek meşru bir hak talebi değil mi?

Katiyen meşru bir haktır. O sınırlar yapay sınırlar. Özellikle Adıgey bir toplama kampı bölgesi, adeta Kızılderili rezervasyonu. Kabardey-Balkar’dakiler de Karaçay-Çerkes’dekiler de tarihi toprakları üzerinde yaşamıyor. Çok daha geniş topraklar üzerinde yaşıyorlardı Çerkesler. Dolayısıyla sonradan çizilmiş bu uyduruk sınırlar tabi ki beni bağlamıyor. Çerkeslerin tarihi sınırı Taman yarım adasından başlıyor Svanetya’ya kadar, doğuda İnguşetya’ya kadar, Mezdog’a kadar uzanan bölge. Buranın tarihi adının Çerkesya olduğunun hatırlatılması, buradaki halklarda yeniden tekrar o sınırlar içerisinde beraber yaşama şuurunun uyandırılması, kültürel ortaklıkların ihya edilmeye çalışılması saygıdeğer bir çaba. Ama bu gayret militarist bir tavırla sergilenmemeli.

Milliyetçilik dozu da biraz yüksek sanki?

O topraklarda milliyetçilik yapmak reel olmaz. O topraklarda ne Adıge milliyetçiliğinin reel temeli vardır ne de Karaçay milliyetçiliğinin.

Buradan Kafkasya’ya doğru mesajlar iletmek, orayı olumlu anlamda etkilemek mümkündü de diaspora bunu başaramadı mı?

Evet öyle… Onların en büyük meselelerinin varlıklarını sürdürmeleri olduğunu anlatamadık. Onlara ‘ne kadar ölürseniz, ne kadar öldürürseniz o kadar anlamlısınız’ mesajı verdi İslam dünyası. Farklı odaklar da verdi bu mesajı. Yeri geldi Amerika verdi yeri geldi Suud verdi, yeri geldi Türkiye’deki bazı menfaat grupları verdi. Sen ne kadar ölür ne kadar öldürürsen o kadar anlamlısın denildi bu adamlara. Oysa burada bir veri merkezi olsa idi, sürekli tarihsel, dinsel, dilsel dökümanla o insanlar aydınlatılsa idi böyle mi olurdu durum.

Çerkes kimliğine gelelim isterseniz. ‘Çerkes’ lafzı başlı başına bir tartışma konusu

O konuda bir yazı yazdım. Yakından ilgilenenler görmüştür zaten. Özetle, sen ne kadar Abazayım dersen de tarih seni Çerkes olarak yazmış, başkaları sana Çerkes diyecek… Neredeyse dünyanın son günlerine geldik, Çerkesler daha ulusal adlarını koyamıyor. Var mı böyle bir komedi… Bahsettiğimiz kompleksin tezahürü bu da. Kendisini tanımlamak için öncelikle ötekinden ayırmak, muhalif durmak, başkalarını dışlamak. Ergenlik çağındaki çocukların psikolojisi… Bu adamların dedeleri kendilerini Çerkes olarak vasıflandırıyordu. Ne oldu da birden bire klan ölçeğinde adlandırmaları tercih eder hale geldiler. Çerkesliğin bir kültürel tarifi vardır, Çerkeslik bir kültürün adıdır. Bu kültür nerede yaşar? Kuzey Kafkasya’nın tamamında yaşar. Çerkeslik bir halk adıysa şayet, Abazaları, Adigeleri ve Ubıkhları kapsar. Gerçek tanımı budur Çerkesliğin. Kafkasya’da herkes kendisine başka bir şey der, komşusu başka bir şey der, dış dünya onu başka bir şekilde tanımlar. Yani bu tanımları mikronize etmekteki maksat nedir? Kafkasya’da farklı diller konuşan aynı halktan insanlar vardır. Bu insanlar aynı halktandırlar. Yani aynı sülalenin hem Abazalarda hem Adigelerde hem Kabardeylerde hem Çeçenler de hem de Avarlarda olmasını nasıl tarif edebilirsiniz?

‘Aynı halk’ tezini biraz daha açabilir miyiz?

Uluslaşma sürecinin tamamlanmamasının doğal sonucu bunlar aslında. Çerkesler açısından sorunun iki görünümü var. Birincisi; uluslaşma süreci tamamlanmadığı için parçalanış bir hal arzetmek. İkincisi; parçalanış halden de daha geriye giden, daha ilkel reaksiyonlar vermeye başlamak. Mesela Türkiye’ye gelen Kafkasyalılar sürgünden sonra uluslaşamamış olmanın sıkıntısını yaşıyorlardı, ulus değillerdi bu adamlar. Ama birbirlerine sahip çıkıyorlardı. Biliyorlardı ki ortak kültürden geliyoruz, ortak bir trajedi yaşadık, aynı dili konuşmuyor olsak da kati surette kardeşiz. Bu, dünyada bir başka numunesi olmayan özel bir durum… Milleti oluşturan unsurlardan birisi dildir, birisi ortak kültürdür, ortak inanç ve birlikte yaşama azmidir. Fakat Kafkasyalılard