Namık Kemal Bayar ile Kırım’ın işgali üzerine söyleşi
2014 yılından beri Rus işgali altında bulunan Kırım’da çok ciddi insan hakları ihlalleri ve hatta savaş suçları işleniyor. Bu konunun Türkiye’de yeterince gündem olmaması ilginç bir durum olarak karşımızda. Bunun önüne bir nebze olsun geçebilmek adına süreci baştan sona değerlendiren bir söyleşi yapmak istedim. Sağ olsun Kırım Tatar toplumunun önemli temsilcilerinden Namık Kemal Bayar’a ulaştığımda bu isteğimi kırmadı ve ortaya; Namık Kemal Bayar’ın hayatı, Rus işgalinden önce Kırım’ın statüsü ve Kırım Tatarların durumu, 2014 yılında işgal gerçekleştikten sonra yaşananlar, Kırım’da sözde ilan edilen yapı, Rusya’nın Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının faaliyetlerinden duyduğu rahatsızlık, Türkiye ve dünya ülkelerinin işgale karşı gösterdikleri tepkiler, Kafkasyalıların ve Çeçenlerin cephede Ukrayna safında savaşmaları, Ramzan Kadirov’un Kırım’daki faaliyetleri, Kanjal Savaşı anmaları, Türkiye’deki Kırım Tatarları ve Kafkasyalılar arasındaki ilişki gibi birçok konuya değindiğimiz söyleşi ortaya çıktı. İlgililere sunulur.
Sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?
Kırım’ın Kerç şehrinden 19. yüzyılda göç etmek zorunda kalmış, bir süre bugünkü Romanya’nın Köstence ve günümüzdeki Bulgaristan’ın Dobriç, eski adı ile Hacıoğlu Pazarcık şehrinde yaşamış; buralar Osmanlı devletinin elinden çıkınca da Ankara’nın Polatlı ilçesine gelerek kendi kurdukları Sakarya (Tırnaksız) köyüne yerleşmiş yani bir nesil içinde iki kez yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalmış bir ailenin Türkiye’de doğmuş üçüncü nesil üyesiyim.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken 1993 yılında üyesi olduğum kamu yararına çalışır dernekler statüsünde bulunan Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkan Yardımcılığı ve 16 ülkeden 183 sivil toplum örgütünün uluslararası çatı kuruluşu niteliğinde olan Dünya Kırım Tatar Kongresi Genel Sekreterliği görevlerini ifa etmekteyim.
Bilmeyen okuyucularımız için kısaca sormak istiyorum, 2014 yılında gerçekleşen Rus işgalinden önce Kırım’ın statüsü ve Kırım Tatarlarının durumu neydi?
Rus işgali öncesi Kırım yarımadası Ukrayna’ya bağlı özerk cumhuriyet statüsünde bir bölgeydi. Bu özerk cumhuriyetin nüfusunun yüzde 65’i, ki çoğunluğunu 1944’teki büyük Kırım Tatar Sürgünü sonrası Kırım’a yerleştirilen Rus kökenli göçmenlerden etnik Ruslardan oluşuyordu. Vatana dönüş sonrası Kırım’a yerleşebilen Kırım Tatarlarının sayısı resmi verilere göre 350 bin civarındaydı ve bu da nüfusun yüzde 14’üne tekabül ediyordu. Geri kalan nüfus etnik Ukrainler ve diğer azınlık halklardan oluşuyordu.
Kırım Özerk Cumhuriyeti, etnik Rusların kontrol ve yönetiminde kendine ait bir hükümete ve parlamentoya sahipti ve Ukrayna devletinin Cumhurbaşkanının Kırım Özel Temsilcisi de bölge yönetiminde etkiliydi. Ukrayna Anayasasının Kırım Özerk Cumhuriyeti ile ilgili 10. Bölümü ile Kırım Özerk Cumhuriyeti anayasası Kırım’ın siyasi ve idari yapısı ile merkezi yönetim ve özerk cumhuriyet arasındaki yetki paylaşımını ve sınırları belirlemişti.
Kırım Tatarları ise Kırım Özerk Cumhuriyeti hükümeti ve parlamentosunda seçim sisteminin dezavantajlı yapısı nedeniyle nüfuslarına orantılı bir etkinliğe sahip değillerdi. Bununla birlikte Kırım Tatarları, kendi aralarında yaptıkları demokratik, serbest seçimlerle 240 civarında üyeli Kırım Tatar Milli Kurultayı ve bu Kurultayın kendi üyeleri arasından seçtiği temsil ve idari organ olan Kırım Tatar Milli Meclisi ile siyasi temsil yetkisini haiz özyönetim organlarını oluşturmuşlardı. Ben bu yapının anayasa hukuku kapsamında Kurultayı daimi olmayan parlamentoya, Meclisi ise daimi olmayan parlamentonun daimi çalışan icra ve karar organı olarak tanımlanabileceğini savunmaktayım. Bazı Avrupa Birliği raporlarında yerli halklar için örnek bir özyönetim sistemi olarak nitelenen ve yerli halklara tavsiye edilen bu yapı ne Ukrayna anayasası ve kanunlarında ne de Kırım Özerk Cumhuriyeti anayasası ve kanunlarında tanınmamış olsa da Kırım’ın yerel siyasetinde oldukça etkiliydi ve Ukrayna Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulan ve başkanlığını Cumhurbaşkanına vekaleten Cumhurbaşkanının Kırım Temsilcisinin yaptığı “Kırım Tatar Temsilciler Kurulu”nun üyeleri Yanukoviç zamanına kadar Kırım Tatar Milli Meclisi üyelerinden oluşuyordu. Böylelikle Kırım Tatarlarının özellikle kendileri ile ilgili siyasi ve hukuki konularda etkisi olabiliyordu. Cumhurbaşkanı Yanukoviç Kurul üyelerinin Meclis üyelerinden oluşması örfünü bozmaya başladığı anda Kurul da işlevsiz hale geldi.
İşgal öncesi Kırım Tatarları, sürgünden dönüş sonrası yarımadayı tekrar yurt ve yuva yapma mücadelesi içindeydiler. Bu bağlamda milli eğitim, anadil eğitimi gibi konularda önemli ama yetersiz kazanımlar elde etmişlerdi. Kendi çabalarımızla, yani diaspora ve vatanda yaşayanların ortak çabalarıyla açılan 14 milli mektep ilk ve orta düzeyde anadilde eğitim veriyordu. Diğer devlet okullarında da milli sınıflar açılması yasal olarak mümkündü ve Kırım Tatarca eğitimi için sınıflar yetersiz olsa da işgal sonrası duruma nazara alındığında dikkate değer sayıda sınıflarımız vardı ve idari ve bürokratik engeller de aşılabiliyordu.
Aynı dönemde dini hayat için ise tam bir serbestiyetten bahsetmek mümkündür. Ne Ukrayna devleti ne de Kırım yerel idaresi dini hayata yönelik ihtiyaçların giderilmesi, ibadethane yapılması gibi konularda zorluk çıkarmıyor her görüş ve akımdan dini taleplere izin veriyordu. Sürgünden dönüşte Kırım’da beş ya da altı camii ayakta bulunmuştu. Yirminci asrın başlarında Kırım’daki 1500 cami ve mescitten elimizde kalan buydu. 1989-2014 arasında 376 camii ve mescit kurulmuş ve ibadete açılmıştı. Bu camilerin tamamı da Kırım Müslümanları Dini İdaresi’nin kontrolündeydi. Ancak Ukrayna yönetiminin Kırım Tatarlarının geleneksel İslam anlayışı dışındaki başkaca anlayış ve akımlara da yol vermesi ne yazık ki bu alanda sıkıntılara yol açtı.
Kültürel hayat bakımından ise Kırım Tatarları diasporası ve vatanda yaşayanları ile birlikte çok önemli gelişmelere sürgün dönüşü sonrası imza attılar. Yirmi beş yıllık bu dönemde milli üniversitemiz diyebileceğimiz Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversite’nin kuruluşu, milli kütüphane, milli müzelerimiz, milli tiyatromuz, halkoyunları ve müzik gruplarımız, milli okullarımız, geleneksel spor dallarımızın yeniden hayata geçirilmesi, anadilde yayın yapan devlet ve özel televizyon kanallarımız, milli haber ajansımız, gazete ve dergilerimiz birer birer hayata geçirildi.
Tüm bu gelişmelerde anavatanın bildirdiği ihtiyaca göre vaziyet alan, projeler üretip destekler veren diasporanın rolü de büyüktü. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kırım’a katkıları bu bağlamda ortak çalışmalar, fikir ve bilgi alışverişleri ile olmuştur ve bu konuda Türkiye Cumhuriyeti’ne her zaman minnettarız.
Rusya işgalinden bu yana Kırım Tatarlarına yönelik baskı politikalarının sürdürüldüğünü görüyoruz. İnsan hakları ihlalleri açısından, bir avukat olarak durumu nasıl okuyorsunuz?
İşgal sonrasında Kırım Tatarları kendi tarihlerinden aldıkları dersle işgali tanımamaya ve işgale karşı direnmeye karar verdiler. Ancak bunu elbette sadece tarihten alınan derse bağlamak da yetersiz bir gerekçedir. Kırım Tatar halkı, 1944 Büyük Sürgün Katliamı sonrası milli mücadelelerine 1917 Kırım Ahali Cumhuriyeti Anayasası ve I. Kurultay ilkelerini esas alarak uluslararası hukuk, insan haklarının tesisi ve bu haklara saygı, demokrasi ve adalet ilkelerini esas ve temel alarak devam etme kararı aldılar ve hem vatana dönüş hem de dönüş sonrası milli mücadelelerini bu temeller üzerinde inşa etmeye devam ettiler. Uluslararası hukukun temel kaynakları olan Birleşmiş Milletler Tüzüğü, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Antlaşması, Helsinki Nihai Senedi gibi temel hukuk metinlerine ve insan haklarına açıkça aykırı olan Rus işgalinin Kırım Tatarları tarafından kabul edilmesi ve tanınması da asla beklenmemeliydi ve bundan sonra da beklenmemelidir. İşgali tanımak aslında Kırım Tatarlarının kendi aslını inkarı anlamına gelir ki vatansever ve milletperver bir Kırım Tatarının bunu yapması eşyanın tabiatına aykırıdır.
İşte bu direniş, işgalci Rusya’nın Kırım Tatarlarına baskı ve zulmünün ana nedenidir ve işgalin ilk gününden itibaren adam kaçırmalar, cinayetler, tutuklamalar, mahkumiyetler, gözaltılar, ev baskınları, okul ve cami baskınları şeklinde devam etmektedir. Milli Meclisimizin yasaklanmasından yayın kuruluşlarımızın kapatılmasına, milli mekteplerimizin faaliyetlerine son verilmesinden anadilde eğitimin neredeyse sıfır noktasına indirgenmesine, milli yolbaşçılarımızın, aktivistlerimizin sürgün edilmesinden 30 bin Kırım Tatarının yarımadayı terk ederek Ukrayna’ya göç etmek zorunda bırakılmasına kadar pek çok insan hakları ihlali 2014’ten bu yana Kırım’da gerçekleşmiş ve bugün de devam etmektedir.
Pek çok uluslararası insan hakları kuruluşu raporlarında Kırım bugün “insan haklarının karadeliği” olarak nitelendirilmektedir. Bir hukukçu olarak bir süre önceye kadar insanlık suçu olarak nitelendirdiğim Kırım’daki insan hakları ihlallerini bir süredir “savaş suçu” olarak nitelendirmeye ve bu yönde beyanda bulunmaya başladım. Çünkü bana göre Rusya’nın uluslararası hukuka göre Ukrayna’ya ait olan Kırım’ı işgali savaş nedenidir ve aslında 2014 yılından bu yana Ukrayna ve Rusya gayrıresmi, ilan edilmemiş ve silahların henüz patlamadığı bir savaş halindedir. O halde Rusya’nın işgal ettiği Kırım’da işlediği her insan hakları ihlali, insanlık suçudur ve savaş suçu kategorisinde yargılanmalıdır. Geçtiğimiz aylarda Lahey Adalet Divanı’nda Ukrayna-Rusya dosyasında iddianame hazırlayan Başsavcı da benzer şekilde meselenin savaş suçu kategorisinde ele alınmasının mümkün olduğunu ifade etmiştir.
Kırım’da sözde ilan edilen yönetimle ilgili bilgi verebilir misiniz? Bunların Türkiye’de herhangi bir faaliyeti oldu mu?
Kırım’daki mevcut sözde yönetim 2014 yılından bu yanan çeşitli değişikliklerle devam etmekte olup başında Sergey Aksyonov adlı şahıs bulunmaktadır. Ancak gerçekte Kırım’ın sözde idaresi Kremlin’in özel temsilcisi tarafından yürütülmekte olup ipler temsilcinin elindedir. Sergey Aksyonov, 90’lı yıllardan itibaren Kırım’ın turistik güney kıyılarında aktif “Goblinler” adlı mafya çetesinin lideri olarak tanınmıştır. Başkanı olduğu “Birleşik Rus Partisi” 2013 yılında gerçekleşen Kırım’daki son demokratik parlamento seçimlerinde %4 oy almıştı. Ne yazık ki Aksyonov’un yönetiminde işbirlikçi birkaç Kırım Tatarı da yer aldıysa da geçtiğimiz yıl itibarıyla Kırım sözde yönetiminde üst düzey tek bir Kırım Tatarı kalmamıştır.
Yine esefle ifade etmek gerekir ki Ukrayna döneminden bu yana Rusya tarafı ile iş birliği halinde hareket eden küçük bir grup Kırım Tatarı diasporada da bulunmaktadır ve sözde Kırım yönetimi ve Ankara’daki Rusya Büyükelçilinin finansmanı ile zaman zaman Türkiye’de faaliyet yapma teşebbüsleri olmaktadır. Türk resmi makamlarının ve Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının ehemmiyet vermediği ve itibar etmediği faaliyetler olarak kayda geçmiştir.
Rusya’nın Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının faaliyetlerinden rahatsızlık duyduğu açık. Bununla ilgili girişimlerde bulunuyorlar mı?
Doğrudan Türk resmi makamlarına yönelik bir girişimden bugüne kadar duyumumuz olmadı. Ancak, Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının önde gelen isimleri hakkında ilan etmedikleri Rusya’ya giriş yasağı hakkında bilgimiz var.
Hususen az evvel bahsettiğim grup dışındaki Kırım Tatar diasporasının gerçek temsilcilerinin yer aldığı ana yapıya yönelik herhangi bir müdahalede de bulunamıyorlar. Ancak buradaki işbirlikçileri vasıtasıyla dernek ve vakıflarımız hakkında zaman zaman ilgili mercilere uyduruk gerekçelerle şikayetlerde bulunuyorlar ve biz de denetimlerden çok şükür her zaman olduğu gibi sağlam çıkıyoruz ve denetçilerden teşekkür alıyoruz.
Türkiye’nin konuyla ilgili tutumuna yaklaşımınız nedir? Hükümet, basın, sivil toplum kuruluşları Kırım’ın işgaline yeteri kadar tepki verdi mi?
Türkiye işgalin başından bu yana kararlı bir şekilde Kırım’ın işgalinin yasadışı ve hukuksuz olduğunu dile getirdi. Keza, Ukrayna’nın Kırım dahil toprak bütünlüğü ve egemenliğinin sağlanması için gayret gösterdi ve göstermeye de devam etmekte. Diğer taraftan Kırım’da yaşayan Kırım Tatarlarının haklarının savunulması konusunda da aktif olarak çaba sarf ediyor. Bugüne kadar Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen Kırım’daki insan hakları ihlallerinin kınanmasına yönelik yedi kararın tamamında Türkiye Cumhuriyeti diplomatları eş yazman olarak görev aldı. Kararların kabulü için diğer ülkeler nezdinde girişimler yaptılar. Sadece Birleşmiş Milletlerde değil Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi organlarında da Türkiye konuyu aktif olarak gündeme getirdi. Türkiye’nin, işgal sonrası başlatılan uluslararası ekonomik yaptırımlara katılmaması Kırım Tatarları ve Ukrayna tarafında burukluk yaratsa da Türkiye’nin bugün itibarıyla Ukrayna ile geliştirdiği ilişkilerin düzeyi ve Ukrayna ve Kırım Tatarlarına verdiği destek esasen ekonomik yaptırımların etkisine yakın bir etki de doğurmaktadır. Zaman için de Ukrayna da Kırım Tatarları da ekonomik yaptırımlara katılmayan Türkiye’nin tutumunu anladı ve anlayışla karşılamaya başladı. Doğrusu, Ukrayna halkının Kyiv’deki meydanlarda kendilerine destek veren ülkelere teşekkür için yaptığı mitingte Türk bayrağını da dalgalandırması esasen bunun bir nişanesidir.
Diğer taraftan Türk basını güncel bir gerginlik ve yükselen tansiyon olmadıkça ne Kırım’ı ne de başka bir bölgeyi gündeme taşımadığı gibi daha çok Türkiye’nin iç meselelerine odaklanmakta. Bu noktada Türk basınından kamuoyunu süreklilik ve devamlılık arz eder şekilde bilgilendirme yapması şeklinde bir beklentimiz de maalesef bulunmamaktadır. Konuya ve bölge meselelerine özel ilgi duyan ve ulusal medya olarak nitelendirilmeyen basın kuruluşları ise Kırım konusunu kendi okur ve takipçilerinin gündemine getirmektedir.
Türkiye’deki Kırım Tatar sivil toplum kuruluşları ve Türk Ocakları gibi sivil toplum kuruluşları dışında da mesele pek de ilgi çekmemektedir. Maalesef Türkiye kamuoyu, Türkiye dışındaki soydaş ve akrabalarına karşı genel bir ilgisizlik içindedir.
Kırım’ın işgaline dünya kamuoyundan nasıl tepkiler geldi? Amerika, Avrupa, Orta Asya ülkeleri neler yaptılar, neler yapmadılar?
Kırım’ın işgali İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasında ilk kez bağımsız ve egemen bir devletin topraklarının yine Avrupalı bir başka komşusu tarafından işgalidir. Bu esasen, dünya savaşı sonrasında Avrupa ve dünyada barışın korunması amacıyla tesis edilen uluslararası hukuk nizamının temellerine dönük de bir saldırıydı ve bu düzenin başından beri kurucusu ve işleticisi olarak nitelendirebileceğimiz devletler için de şok etkisi yarattı. Birleşmiş Milletler Kuruluş Tüzüğü ya da Sözleşmesi başta olmak üzere özellikle Avrupa barışını tesis etmek ve güçlendirmek amacıyla yapılan Helsinki Nihai Sözleşmesi ve Avrupa ve Güvenlik ve İş Birliği Sözleşmesi gibi pek çok antlaşmanın bu antlaşmaların imzacısı olan Rusya tarafından açıkça çiğnenmesi ve yok sayılması anlamına geliyordu.
Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Avrupa Birliği ülkeleri işgali ilk gününden itibaren tanımadıkları gibi ellerinde diplomatik kuralların kendine tanımış olduğu ekonomik yaptırım enstrümanını işgalin ilk gününden itibaren kullanmaya başladılar ve bu enstrümana zaman içinde siyasi birtakım yaptırımları da ilave ettiler. Ne var ki ne ekonomik ne de siyasi yaptırımlar Rusya’nın Kırım’ı işgaline son verecek derecede etkili olmadı ve bugün gelinen noktada bırakınız Kırım’ı tüm Ukrayna’nın varlığı dahi gerginlik konusu ve gündem olmaya başladı. Kırım’daki insanlık suçları hakkında ise yine Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği organlarının aldığı kınama kararları da bugüne kadar yaptırımla neticelenmiş herhangi bir hukuki sonuca ulaşmış değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen davalar ya da Lahey Adalet Divanı’ndaki davalar henüz inceleme aşamasında. Ancak yeni Rusya anayasasına baktığımızda bu davaların neticesinin de Rusya tarafından tanınmayacağını bugünden söylemek mümkün. Gerçekte bize göre adalet ileride Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde görülecek davalarda tecelli edecektir.
Ne yazık ki, Amerika ve Avrupa ülkelerinin Kırım konusunda gösterdikleri hassasiyet ve işgale karşı kararlı görüş birliği Orta Asya ülkelerinin hiçbirinde görülmediği gibi bu ülkeler uluslararası arenada, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Rusya yanlısı tavır gösterdiler. İşgale ve Kırım’daki insan hakları işgallerine karşı Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan tüm kararlarda ya Rusya lehine oy kullandılar ya da bitaraf kalarak Rusya lehine davrandılar.
Bize göre, mevcut ekonomik ve siyasi yaptırımlar her ne kadar Rusya ekonomisinde görece bir etki gösterdiyse de gerekli sonuca ulaşacak seviyede olmadı ve şu anki hali ile ulaşması da pek mümkün görünmüyor. Bu sebeple Kırım’ın işgaline ve olası bir Ukrayna işgaline karşı olduğunu bildiren ülkelerin daha radikal yaptırımlar uygulaması gerekiyor. Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkartılması, enerji alımının minimize edilmesi ve Rusya’nın askeri varlığını besleyen ekonomik kaynaklarının tamamen daraltılmasına yönelik daha başka tedbir ve yaptırımların derhal devreye girmesi artık daha hayati bir gereklilik arz etmekte.
Konunun biraz Kafkasya ile bağlantılı kısmını açmak istiyorum. Özgür Kafkasya Komitesi öncülüğünde Çeçenler ve diğer Kafkasyalılar da Ukrayna safında Rusya’ya karşı savaştılar. Hatta bu dönem Cohar Dudayev Taburu oluşturuldu. Daha sonra İsa Munayev ve Amina Okuyeva gibi ileri gelen Çeçen direnişçiler öldürüldü. Süreç ne durumda?
Kırım’ın işgalinin hemen akabinde Özgür Kafkasya Komitesi en hızlı tepki veren kuruluşlardan biri oldu ve doğrudan cephe hattında Ukrayna tarafında görev alarak belki de Ukrayna’nın güneyinin 2014’te tamamen işgalinin önüne geçilmesinde büyük yararlılıkları oldu. Bugün Ukrayna çatışmayı Donbass ve Luhansk’ta sınırlayabildiyse ve halen Odessa limanına egemense bunu biraz da ordusuna yardım için gelen Cohar Dudayev Taburuna borçludur.
İsa Munayev ve Amina Okuyeva gibi Ukrayna’daki Kafkas hareketinin liderlerinin öldürülmesi tüm Ukrayna’da olduğu gibi Kırım Tatarlarında da büyük üzüntüyle karşılandı ve bu iki insan direniş kahramanları olarak hafızalara kazındı. İki cinayetle ilgili dava süreci bizler tarafından da dikkatle takip ediliyor.
Rus yanlısı Çeçen lider Ramzan Kadirov’un Kırım’da faaliyetleri oldu mu?
Ramzan Kadirov’u lider olarak nitelendirmek mümkün değil çünkü kuklalardan lider yapılmıyor. Elbette, iplerini elinde tutan Putin’in talimatı ile çok sayıda milisini 2014 yılında Kırım’a yolladı ve bu milisler, Sırbistan’dan ve Bulgaristan’dan gelen aşırı milliyetçi milislerle birlikte Kırım Tatarlarının çoğunlukla yaşadığı yerleşim yerlerini ablukaya alma ve buralarda doğabilecek olası başkaldırılara silahla müdahale etme emrini almışlardı.
Elbette, kukla Ramzan’ın gönderdiği milislerle Kırım Tatarları arasında ilginç anekdotlar da oldu. Bunlardan bana anlatılan en ilginci şöyleydi. Çeçenya-Rusya Savaşları sırasında anne babalarını kaybeden pek çok Çeçen çocuktan 300 kadarı bizzat Kırım Tatar Milli Meclisi’nin o zamanki başkanı ve Kırım Tatar halkının efsanevi lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun talimatı ile Kırım’a getirilmiş ve ilk çocukluk yıllarında Kırım Tatar aileler tarafından yetiştirilmişlerdi. 2014 işgalinin ilk günlerinde köyleri abluka altına alınan dostlarımızdan biri Ramzan’ın milislerine seslenerek, “Siz de Müslümansınız, biz de. Neden geldiniz buraya?” diye sorduğunda o milislerden biri cevaben, “Kendisinin o 300 çocuktan biri olduğunu ve Kırım’a gitmeleri için zorlandığını, Kırım’da emirlere uymazlarsa Çeçenistan’da rehin tutulan yakınlarının öldürüleceğini, mecbur bırakıldıklarını” söyler. Benzer anlatıları Kırım’dan pek çok kez işittik. Hatta Donbass’a gönderilen Çeçen kardeşlerimizden de işittik. Ramzan’ın Kırım’daki faaliyetleri için sanırım yeterli bir örnek olacaktır bu anekdot. Milli liderimize yönelik tehditlerini de kayda geçirdik.
Kafkasya’da zaman zaman Kanjal Savaşı anmaları dolayısıyla gerginlikler çıkıyor. 2018’de Kabardey-Balkar’da yaşanan olayları Kırım Haber Ajansı da takip etmişti. Kırım Tatarları ve Çerkesler arasında bir problem mi çıkarılmaya çalışılıyor? Konuya yaklaşımınızı merak ediyorum.
Rusya Federasyonu’nda Anadilde Eğitimin Kısıtlanmasına yönelik kanunun yürürlüğe girdiği 2018 yılında Türkiye’deki Kırım Tatar, Kafkas ve Nogay Dernekleri kendi tarihlerinde ilk kez bir araya gelerek bu kanunu protesto eden çok önemli bir bildiriye birlikte imza attılar. Yanlış hatırlamıyorsam 200’den fazla dernek ve vakıf bu bildirinin imzacısı oldu. Esasen Rusya Müslümanları Kongresi sonrasında da bu bildiri belki en önemli ortak girişim oldu ve biz Kırım Tatar Teşkilatları olarak bu etkinliği tarihi bir olay olarak da hafızamıza kaydettik.
Ne var ki, esasen Kırım Tatar ve Kafkas halklarının bu ortak girişiminin hemen akabinde sorunuzda bahsi geçen Kanjal konusu bir anda gündeme düştü. Ne yazık ki bizim Kırım Haber Ajansımız da bu haberi uygun bulmadığımız bir dille verdi ve biz o dönemdeki Ajans yönetimine Kırım Derneği Genel Merkezi olarak çok ciddi bir ültimatom verdik. Hatta konuyu Dünya Kırım Tatar Kongresi Yönetim Kurulu toplantısına taşıdık ve Kırım Tatar Milli Meclisi Başkan ve üyelerine de Ajansın tavrı konusunda rahatsızlığımızı ilettik. Ne yazık ki bize göre Kırım Tatar ve Kafkas Dernekleri arasında başlayan diyalog ve birlikte hareket etme sürecini provoke ederek baltalayan bir husus olarak gördük ve görmekteyiz.
Kırım Tatarları, Kafkas halklarını akraba olarak görmektedir ve daha da ötesi aynı ailenin evlatları olarak bilir. Tarihi yakınlığımız ve ortak kaderi ya da daha doğrusu kadersizliği paylaşıyoruz. Tarihin bir gününde yaşanmış Kanjal olayı bize göre aile içi yaşanmış ve geçmişte kalmış, hatta Kırım Tatarları tarafından çoktan unutulmuş bir olaydır. Rusların ya da başka yabancıların bizim aile içi üç dört asır önceki bir meselemizi kaşımasının altında sadece ve sadece aile birliğimizi sarsmaya yönelik bir art niyet aramak gerekir diye düşünüyorum.
Türkiye’deki Kırım Tatarları ve Kafkasyalılar arasında yeterince bir diyalog olduğunu düşünüyor musunuz? Neler yapılabilir?
Ne yazık ki yeterince bir diyalog olduğunu düşünmüyorum. Ama anadil konusunda gösterdiğimiz ortak tavır gibi gerek tarihi gerekse günümüz konularında ortak tavır ve yaklaşım sergilememizin önünde bir engel bulunmadığını da düşünüyor ve görüyorum. Bana göre, anadil gibi spesifik konulara ilaveten birlikte hareket edebileceğimiz konuları çalışabileceğimiz bir ortamı oluşturmanın zamanı gelmiştir ve geçmekte. Türkiye’deki her iki topluluğun da iç siyaset, Rusya’ya bakış gibi konularda farklı çizgi ve görüşleri var. Belli bir tarih aralığından sonra yaşanan süreçlerde de farklılıklar var. Belki öncelikle bu farklılıkları karşılıklı ortaya koyup bunlar üzerindeki ilkesel tavırları kısa sürede belirledikten sonra ortak kaygı ve sorunlarımız üzerine odaklanarak birlikte hareket ve faaliyetlere hızla başlayabiliriz.
Bizim kendi aramızdaki istişarelerimizde Kafkas halklarıyla ortak çalışmalarımızda idealize ettiğimiz ortam ve emsal tarihte Rusya Müslümanları Kongrelerinde geldiğimiz noktadır. O noktaya geldiğimizde daha ilerisini birlikte istişare edebiliriz diye düşünüyoruz.
Eklemek istediğiniz birkaç cümle daha alabilir miyiz?
Sizin aracılığınızla Kafkasya’da ve diasporada yaşayan tüm Kafkas halklarına Kırım Tatar halkının selamını iletmek istiyorum. Umuyor ve diliyoruz ki yaşadığımız bugünler Rusya’da esaret altında olan tüm halklar için yirminci yüzyılın başlarında denediğimiz uyanış hareketinin bir tekrarını oluşturur ve bu defa denemekle kalmayız.