Batı Kafkasya ve diasporadan ne istiyor? (I)

Ajans Kafkas bir süredir diasporanın aydınları arasında sürdürdüğü beyin fırtınasını bu kez bir yuvarlak masaya taşıdı. Batı’nın Kafkasya’ya artan ilgisi üzerine Ajans Kafkas adına Hüseyin Tok’un yönettiği oturumun konukları ise TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mitat Çelikpala, araştırmacı-yazar Cem Kumuk, Kafkasya Forumu’ndan Alper Kahraman ve Abrek Ünlü’ydü.

İlk bölümde Batı’nın Kafkasya’ya ilgisinin tarihten beri farklı şekil ve düzeylerde devam ettiği, ABD ve Avrupa’nın Kafkasya hesaplarının farklılıklar arz ettiği, Batılı ajan yada akademisyenlerin artan oranda Kafkasya ve diasporanın potansiyelini yokladığı tespitleri öne çıkarken Kafkas diasporasının ‘diaspora’ olup olmadığı da tartışıldı. İşte ilk bölümde konuşulanlar:

Batı’nın son birkaç yılda Kafkasya’ya giderek artan bir ilgisi var. Bu ilginin nedenleri, ilişkilerin nasıl yürütüldüğü konularını tartışacağız. Kafkasya’yı etkileme çabası var ama bunun kanalları neler? Daha sonra bunun daha geniş bir çerçeveden, ‘dünyada Kafkasya’nın yeri nedir’in cevabı olacak şekilde bir bakışla değerlendirilmesi; bu ilgi ne getirir, ne götürür; ve son olarak da ‘Kafkasyalılar bu durum karşısında nasıl hareket etmeli’ sorusuna cevap arayacağız. Olumlu sonuçlarından nasıl faydalanılabilir, olumsuz sonuçlarından nasıl kaçınılabilir? Biraz da tarihi bir boyut da gerekecek; Batı 19. yy.da Kafkasya’ya nasıl yaklaştı, sonuçları ne oldu? Konuşmalar serbest sohbet biçiminde sürecek… Önce Cem Kumuk’tan bir genel durum değerlendirmesi isteyelim; kendi gözlemleri nelerdir ve böyle artan bir ilgi var mıdır? Bunun adını koyabilir miyiz?

Cem Kumuk: Batı dünyasının Kafkasya’ya yönelik 18. yy.dan itibaren artarak devam eden ilgisi, sadece Sovyetler Birliği döneminde demir perdenin araya girmesiyle geçici olarak askıya alındı, buzdolabına kaldırıldı. Kaldı ki o dönemde de tamamen bir buzdolabı olduğundan bahsedilemez. Sovyetler Birliği çökertileceği zaman tren istasyona yanaştığında, o trene uzak kalmamak adına 1950’lerde Almanya’da yapılan çalışmalar, Sovyetler Birliği’ni Tanıma Enstitüsü çatısı altında yapılan çalışmalar; Amerika’da Sovyetler Birliği azınlıkları üzerine yapılan çalışmalar, Batı’nın Sovyetler döneminde de Kafkasya’ya olan ilgisini devam ettirdi. Ama pratik olarak ortaya bir şey konulmadı. Perde kalktıktan sonraki duruma baktığımız zaman, maçın devre arası bitmiş oldu, aynı maç yeniden başladı. Peki 18. yy.da ne vardı, şu anda ne var? 18. yy.da Deli Petro’nun imparatorluk haline getirdiği, tehdit haline gelen bir Rusya vardı, bugün Putin’in tehdit haline getirdiği bir Rusya var. Bu Rusya’yı zayıflatmak ve kaynaklarını harcatmak adına ne yapmak lazım? Rusya’nın içindeki, Rusya’yı zayıflatacak, Rusya için tehdit olacak unsurları diri tutmak, bunları bir şekilde ne yaşatmak, ne öldürmek; lazım oldukları zaman kullanmak üzere kontrol altında tutmaya yönelik çalışmalar devam ediyor. Sonuçta bunun başka şekilde yorumlanabileceğini ben pek düşünmüyorum. Nasıl 19. yy.da Çerkeslerin kara kaşına kara gözüne bakıp İngilizler, Polonyalılar gelmedilerse; bizi provoke edip, savaşa kışkırtıp sonra da 1856 Paris görüşmelerinde “Biz Müslümanlardan daha Müslüman olamazdık” diyerek işin içinden çıktılarsa, şu anda da aynı şey söz konusu. Bir fark var; şu anda yapılan çalışmalar geçmiştekine göre çok daha sistematik yapılıyor; iki farklı bakımdan yapılıyor bu çalışmalar: Bir akademik yönden, bir de devletlerin yönlendirdiği istihbarat birimleri tarafından yapılıyor. Akademik çalışmalara baktığımız zaman NGO’ların çalışmaları da bunun içine giriyor. İşin ucunun nereye bağlandığına gelirseniz; ister akademik, ister NGO, ister istihbarat çalışmaları olsun, bunlar ağacın bir noktasında birleşiyor. Bu çalışmalar, devletin, Rusya politikasının içinde Kafkasya’nın nasıl kullanılacağına dair bir yol, yordam, strateji belirlemek adına kullanılıyor. Yani işin sonunda, evet, bu bir karşı istihbarat çalışması haline dönüşüyor; akademik çalışma olsa dahi.

Bu çalışmayı yapanların profillerine baktığımızda, gerçekten kendi akademik kariyeri için, bilimsel çalışmaları için araştırma yapanlar olduğu gibi; provokatif amaçlarla gelip insanları kışkırtmak amaçlı toplantılar yapan insanlar da var. Bunların pozitif mi negatif mi olduğuna gelirsek, bizim açımızdan pozitif. İletişimin kötüsü olmadığını düşünüyorum. Şu anda Kafkasya’ya ilgilerinden dolayı gerek Kafkasya’ya gidip orada, gerek buraya gelip diasporayla temas kuran Batılıların yapmaya çalıştıkları şeyin ne olduğundan ziyade, bizim o çalışmalardan ne fayda sağlayabileceğimiz ve bu ilişkiyi sağlıklı yönetip yönetemeyeceğimiz konusu önemlidir. İlişkiyi sağlıksız yönetirsek, edilgen ve oyuncak durumuna düşeriz. Bu da bizi tarihteki hatalarımızı tekrarlamaya iter; tarihten ders almazsak olacaklar malumdur. Ama burada fayda sağlamak için bir fırsat var ise, günümüzün diplomasi dünyasında şeytanla dahi ilişki kurmak mubah sayılıyor. Dolayısıyla, evet, Batılıların amacı belli; yüzyıllardır imparatorluk haline gelmiş bir Rusya sendromuyla Rusya’ya karşı olan politikalarında Rusya’yı zayıflatacak en büyük faktörlerden biri olarak gördükleri Kafkasya ve Kafkasyalılarla ilişkileri taze tutmak, gerektiğinde onları bir mücadele içinde -kendi menfaatleri adına bir mücadele içinde- konumlandırmak. Ve Kafkasyalıların bu mücadele içinde kendilerine bir menfaat bulabilmeleri… Bir örnek vereyim, Kırım savaşında düştüğümüz hataya düşmememiz gerekiyor. İngilizler, Fransızlar, Osmanlılar girdiler Kırım’ı aldılar, gittiler; bizim Muhammed Emin’lerimiz, Hacı Giranduk Berzeg’lerimiz, Zenıko Sefer’lerimiz, doğuda Şamil’imiz, bir türlü bir politika oluşturamadıkları için, o pasta orada paylaşılırken kaynak aktarmadıkları için, bir destekte bulunmadıkları için iş bittikten sonra “kardeşim sen bize destek vermedin, çekil kenara” diye nasıl itildilerse, bu iletişimi iyi yönetemezseniz aynı şeyleri yaşarsınız.

Peki gidip gelenler içinden görüştükleriniz var mı; bunlarla ilgili daha ayrıntılı aktaracağınız gözlemleriniz var mı?

Cem Kumuk: Aslında konuşurken satır aralarında biraz serpiştirdim, detaya girmemek adına. Mutlaka herkesin görüştürdüğü sınırlar ötesi kişiler mevcut. Herkes birileriyle görüşüyor, ortak düşünce platformları oluşturmaya çalışıyor. Ve dediğim gibi, bizim amacımız, Kafkasya adına pozitif sonuçları olabilecek çıkarımlar sağlamak, onların da amacı, evet, ya bir yerlere raporlar sunmak, ya akademik tezler hazırlamak. Ama tabi o akademik tezler makro boyutta ülkelerin çıkarına hizmet eden çalışmalara dönüşüyor. Ve onların beklentileriyle bizim beklentilerimiz örtüştüğü zaman, bir kimyasal tepkime oluşuyor. Mesela en son dönemde, Birleşik Kafkasya Derneği’nin konferansına benim davet ettiğim Lars Funch Hansen adında bir akademisyen arkadaşımız geldi. Bu arkadaşımız Danimarka’da Kopenhag Üniversitesi’nde devlet ve üniversite tarafından verilen ciddi fonlarla araştırmalar yapıyor; tek başına da değil, 30-40 kişilik akademisyen grubundan oluşan çalışmalar yapılıyor. Ne için söylüyorum bunları; yaptıkları çalışmaların içeriğine baktığımız zaman sadece Rusya Federasyonu içinde kalan Kafkasya coğrafyası değil, güneyi de içine alan çok daha makro çalışmalar… Danimarka’nın böyle bir çalışmayla ilgisi ne olabilir? Danimarka niye Kafkasya’ya ilgi duyuyor? Danimarka aslında Kafkasya’ya ilgi duymuyor. Danimarka Batı’nın bir parçası olarak, Batı menfaatlerinin Rusya ile çatıştığı noktada Batı’ya bir feedback aktarımı sağlıyor, bir bilgi aktarımı sağlıyor. Bunun için de oraya kaynak ayırıyor. Bugün Jamestown’un yaptığı faaliyetlerle Kopenhag Üniversitesi’nin yaptığı faaliyet arasında hiçbir fark yok; aynı ortak kanala gidiyor. Hedef Rusya. Bu 18. yy.dan beri böyle, değişmedi, değişmeyecek gibi de görünüyor. Dolayısıyla da son dönemde bunlar artarak devam ediyor ve edecek. Çünkü Rusya’nın artan üniterist eğilimiyle Batı’nın da artan orandaki üniterizme karşı alevlendireceği kıvılcımlar paralel hareket etmeli. Rusya Federasyonu olarak bir yapı varken Batı bu kadar üzerine gitmiyordu. Sonuçta federal yapı içinde belki o etnik yapılar kıvılcımı canlı tutabilecekti. Ama şu anda o federatif yapı gitgide ölüme doğru gittiği için, hatta ‘öldü’ de diyebiliriz, cenaze namazı henüz kılınmamış olabilir, Batı şu anda o kıvılcımı, Anka kuşunu tekrar hayata döndürecek kıvılcımı yakmaya çalışıyor. Evet çok somut bir şey yok; ama yazıştığım, görüştüğüm akademisyen arkadaşlarıma bu artan ilginin sebebini sorduğum zaman aldığım cevap iki türlü. Birincisi çok politik: Avrupa Birliği sınırları çerçevesinde dünya halklarının ve insan haklarının özgürlük-eşitlik çerçevesinde bütün dünya devletlerinin ortak standartlara zorlanarak yönlendirilmesi. Bu çok diplomatik ve politik bir cevap. Iceberg’in en tepesinde görünen küçücük ucu. Ama altındaki cevap, Rusya ne kadar üniterleşmeye doğru somut adımlarla ilerlerse, Batı dünyası da o üniterizmi bozmak adına nereleri destekleyeceğini, nereleri canlı tutacağını bilmek adına üniversite kanalıyla, NGO’lar kanalıyla veya doğrudan kendi istihbaratları aracılığıyla bir şeyleri diri tutmak için bir takım faaliyetlerde bulunuyor. Yerinde, veya sınır ötesinde.

Alper Kahraman: Cem Kumuk’un söylediklerine belki şunu eklemem lazım: Batı diye aslında yekpare bir değerlendirmeye gitmenin, bizi durumu biraz eksik yorumlamaya itebileceğini düşünüyorum. AB’nin ilgisiyle Amerika’nın ilgisini ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ABD için Kafkasya bir yerde Ortadoğu’nun uzantısı gibi duruyor. Amerika’nın Ortadoğu’da uyguladığı politikalarla Kafkasya’da uyguladığı politikalar arasında çok büyük bir fark olacağını düşünmüyorum. Ama AB için biraz daha farklı bir durum söz konusu gibi geliyor bana. Çünkü kıta Avrupa’sının bakışı tarihsel olarak Kafkasya’yı biraz Avrupa’nın bir parçası olarak görme eğiliminde. O yüzden biraz farklı politikalar geliştireceklerdir. Gürcistan da sonuçta Kafkasya’nın bir parçası mesela, onların yaklaşımı daha farklı olur. Peki bu nasıl bir farklılaşmaya yol açar? Onu iyi düşünmek lazım aslında ama benim düşüncem, sezgim; çatışmayı biraz daha düşürmeye yönelik hareket edebilirler belli bölgelerde. Çünkü AB’nin Rusya ile ilişkileri de Amerika’yla karşılaştırıldığında, ticari anlamda daha gelişmiş bir ilişki. Yani çok ciddi anlamda birbirlerine bağlılar. Biraz sanki AB açısından bakıldığında, Rusya’nın ağabeylik yapma arzusu var. Bir taraftan AB’nin bir parçası olmak gibi bir eğilimi var ama bunu biraz daha üst düzeyden, kendilerini bir adım yukarda bir yerde konumlandırarak yapmak istiyorlar, güçlerini kullanarak, enerji hatlarıyla ve saire. Ama temelde belki AB’nin politikaları şöyle şekillenir: Avrupa ile Rusya arasında bir denge oluşturacak, o bölgeyle ilgili beklentileri biraz daha kendisine yönlendirecek şekilde… Rusya’yı köşeye sıkıştıracak bir takım çıkar noktaları oluşturmak isterler ama bunu çok tırmandırmak istediklerini zannetmiyorum.

Onun dışında, son dönemde bu artan ilgiyi ben de gözlemliyorum tabii. Ama Avrupa’da artan ilgiyle Amerika’da artan ilgiyi de biraz farklı görmek lazım. Mesela Jamestown’la bağlantılı olarak gelen kişilerin biraz daha şahin olduklarını gözlemledim. Akademisyen ama politik tavırları çok net. Bir taraftan da eski Avrupalı gezgin-ajan dediklerimizin üsluplarıyla da hareket ediyorlar ilişki kurarken. Amiyane tabirle gaz vermeye de çalışıyorlar. Avrupa’dan gelenlerse daha akademisyen kökenli gibi geliyor bana; onlar daha anlamaya-algılamaya çalışıyorlar. Ama bu diaspora için geçerli. Kafkasya’daki ilişkilerini nasıl götürüyorlar, bilmiyorum.

Peki niye böyle bir ilgi oluştu? Ben bunda Kafkasya’da değişen dengelerin ya da Rusya’da değişen dengelerin çok etkili olduğunu görmüyorum. Kafkasya’da aslında ilişkinin çok da geliştiğini düşünmüyorum. Sovyetler Birliği çöktüğü dönemden bu yana muhakkak iniş-çıkışlar oldu; bunların oradaki olgular ve olaylarla ilgili olduğunu düşünüyorum. Diaspora ile ilgili de başka bir nokta var. Bence diasporada bir hareketlenme başladı. Bunu fark etmeye başladılar. Artık daha yeni bir neslin geldiğini, bir bilgi birikiminin oluşmaya başladığını, enformasyon sayesinde artık bir Çerkes nüfusunun diasporalaşmaya başladığını fark ettiler. Ve o yüzden de ilgilenmeye başladılar; Avrupa için de Amerika için de geçerli bu. Çünkü hem Amerika’dan gelenlerle yaptığımız görüşmelerde, hem Avrupa’dan gelenlerle yaptığımız görüşmelerde aldığımız sinyaller böyleydi. Mesela Lars Funch Hansen’in tespiti çok önemliydi. Şunu söyledi: “Bir iki sene önce Soçi ile ilgili bir sunum hazırladım. Sundum, bitti, yeniden bir sunum istediler ve ben bu sunumu revize edeyim, değiştireyim diye düşündüm. Çünkü bir şeyler değişmiştir diye düşündüm. Türkiye’deki diasporaya baktığım zaman ilginç bir şeyle karşılaştım. Yeni yeni web sayfaları, yeni yeni gruplar çıkmış ortaya. Bunu görünce biraz heyecanlandım ve sunumu yeniden ele aldım’ dedi. Ve sunumu şöyle hazırlamış: Ubıhlar üzerinden ‘unutulmuş bir toprak, unutulmuş bir halk’ diye girmiş. ‘Olimpik Soykırım kampanyasını gördüğüm zaman tamamen o başlığı falan değiştirdim’ dedi ve logoyu falan da kullanıp şöyle yapmış: ‘and they are coming back’ yani ‘geri geliyorlar… Ve şunu söylüyor: ‘Eskisi gibi değil. Burada kurduğum temaslar da farklılaştı. Konuştuğum zaman artık daha çok bilen, konuya daha hakim ve daha genç insanlarla karşılaşmaya başladım ve bunu çok önemsiyorum’ diyor. ‘Uzun vadede diasporanın çok önemli şeyler yapacağını düşünüyorum’ diyor. Bence bu gözlemleniyor. Ve diasporaya daha çok gidip gelmelerinin, daha çok ilişki kurmalarının temel sebebi bu, diye düşünüyorum. Yoksa Kafkasya ile ilgileri bence hiçbir zaman değişmedi. Dönemsel olarak belli yerlerde artmıştır, belli yerlerde azalmıştır, onları iyi takip etmek lazım ama genel anlamda bu ilginin temel sebebinin diasporadaki yeni oluşumların ve yeni hareketlenmenin gideceği noktayla ilgili öngörüde bulunmak istemeleri.

Bunun dışında, sınır ötesinde kendi çıkarlarının aranması bize çok yabancı bir konu. Bizim böyle bir deneyimimiz yok. Bunu anlamakta da güçlük çekiyoruz, o yüzden buna çok iyi hazırlanmak da lazım. Cem Kumuk’un başlarken bahsettiği şey de önemli, onlarla karşılaştığında ne yapacaksın? Bu çok önemli bir soru. Mesela bazı karşılaşmalarda ben gelen ziyaretçiden ziyade kendi insanımızı izledim, çünkü nasıl yaklaşıyoruz, gelenleri nasıl algılıyoruz, bunu görmek istedim. 1918’de olsun, onun öncesindeki Kafkas-Rus savaşlarında olsun, Kafkasyalılar dışarıdan gelen insanlara karşı ne kadar naiftiler, ne kadar iyiydiler, sorusunu sorduğumuz zaman, bazı yerlerde çok ciddi saflıklar içinde olduklarını görüyoruz. Aynı şey burada da nüksediyor mu? Nüksediyor bazen. Bunun en temel sebebi, diaspora açısından bakarsak çok ciddi bir bilgi üretimi sorunu var. Bu işte atbaşı giden insanlarımız ne Kafkasya’yı doğru düzgün tanıyor, ne akademik, stratejik anlamda hiçbir çözüm üretecek durumda değiller. Çok ilkel bir takım güdülenmelerle hareket ediyorlar. Karşı karşıya geldiğinde, karşısındaki elverecek gibi bir mantıkla bakılıyor. Halbuki bu politikalar çok ciddi anlamda, bir taraftan çıkarları örgütlemek üzerine, bir taraftan genel dengeleri gözetmek üzerine oluşturulmuş. Bütün o büyük fotoğrafa hakim olmadan karşı karşıya kalınıyor… Bir de nihayetinde bizim bu işlere giren insanlarımız emekli memur veya benzeri olarak hayatının emeklilik döneminde dernekçilik faaliyeti yapmak için gelen insanlar. Bir takım lobileri saymazsak. Normalde bu bir Trabzonlular Derneği olsa, mesele bellidir, bir “gün” düzenler, organizasyon yapar… Bu onun işidir. Böyle bir motivasyonla geliyorsun, ama Abhazya’nın bağımsızlığı meselesi önüne geliyor. Adam ne yapsın? Bakıyor, uluslararası bir meseleyle karşı karşıya kalmış. Bir anda Çeçenistan savaşı falan… Bir taraftan o cemaat mentalitesi içinde, ama öte yandan sorumluluklar yükleniyor. Sonra ortada bir yerde bir lobi var, Ankara’da Kafkas Dernekleri Federasyonu… Orada üç beş tane iş adamının oluşturduğu bir odaklanma var. Onların profiline bakalım… Anadolu’nun değişik illerinden, orada sevildiği için gelmiş insanlar bunlar. Çok açılım sağlama şansı da yok. Genel durum bu.

Bu durumun ötesine geçebilmek, bununla ilgili irade oluşturmak lazım. O da bilgi üretiminden, analiz etmekten, o bilgiyi yaymaktan, siyaset üretmekten geçiyor. Karşı karşıya kaldığımız yerlerde çok zayıf olmamızın sebebi bu.

Batı, Kafkasya’yı etkilerken belli kanalları kullanmak durumunda. Batı Kafkasya için Çerkes diasporası kanalını kullanıyorlar belki. Ama Kafkasya’nın diğer bölgeleri de var. Mesela Çeçenistan sorunu var. Burada da bahsettiğimiz ilgiye paralel bir ilgi söz konusu mu? Mesela Avrupa’daki Çeçen diasporasına olan ilgide bir artış var mı?

Abrek Ünlü: Az önce söylenenlerin çoğu Çeçenistan için de geçerli. Tabii savaş bölgesi olmasından dolayı farklılaşan noktalar var. Çeçenler özelinde bu ilgi bazı farklılıklar gösteriyor. Bağımsızlık talep eden bir devletin vatandaşlarından bahsediyoruz. Ve Rusya da, Batı da aynı şekilde yaklaşmıyorlar buradaki duruma. Farklılaşan yaklaşımlar geliştirdiklerini tahmin ediyorum. Çeçenistan konusuyla alakalı olarak benim görüştüklerim olmadı. Fakat gördüğümüz, duyduğumuz şeyleri değerlendirdiğimizde tabii Batı’nın ilgisini görmemek mümkün değil. Ama ben bunu çok doğal karşılıyorum. Her devlet kendi menfaatini nasıl tanımlıyorsa onun peşinden bir şekilde gidiyor.

‘Batı disaporanın olup olmadığını anlamaya çalışıyor’

Alttan işleyen bir süreç var. Dışardan insanlar geliyor, burada kurumlarla görüşüyorlar, nabız tutuyorlar, veya fikirlerini ifade ediyorlar. İlla ajan ya da provokatör olmasına gerek yok, akademisyen de olsa bir arz-talep durumu söz konusu olduğundan, akademik çalışmalar da nihayetinde bir ihtiyaca cevap veriyor. Demek ki bir talep var ki akademik çalışma yapılıyor. Yani daha makro düzeyde de bir ilgi var demektir bu. Genel uluslararası duruma, büyük resme baktığınızda bu alttan ilerleyen süreci, bu gelip-gitmeleri nereye oturtuyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mitat Çelikpala: Şöyle bakmak gerekiyor: Ajan dediğimiz adam, bilgi sahibi bir adam aslında. Ve bu bilgiyi bir yerlere satan, bir şekilde derleyip toplayan, karar alacak insanlara zemin hazırlayan adam. Dolayısıyla bu akademisyen de olabilir, istihbaratçı da olabilir, dışişleri elemanı olabilir. Ajan illa suikast düzenleyen, operasyon yapan değildir. Dolayısıyla bu adam bilgi toplar. Önemli olan, bu bilgiyi nereden topladığı. Ve bizim de bu bilgiyi nasıl verdiğimiz.

Diasporayla ilgili tartışmalar, sorular bizim değişik alanlarda hep karşımıza çıkıyor. Çünkü Türkiye’de bu işleri yazıp çizen birkaç adamız. Gelip her birimize soruyorlar. Dolayısıyla aynı düşünceleri paylaşıyoruz. Ben aslında başka bir yerden başlayıp oraya geleceğim. Alper de Batı kavramı üzerinde durdu. Ben aslında Batı’yı Batı gibi görmüyorum. Batı diye bir şey var ama bir tane ‘Batı’ yok. Batı’nın farklı unsurları var ve bu farklı unsurların bölgeye yönelik politikaları var. Bu politikalar zaman zaman örtüşüyor, zaman zaman farklılaşıyor. Örtüştüğü zaman oyunun içine uluslararası aktörler de giriyor. Uluslararası aktör dediğimiz yapılar da Batı dediğimiz yapının kurduğu organizasyonlar. Ve bu organizasyonlar birçok süreci kolaylaştırıyor ve meşrulaştırıyor. Diaspora dediğimiz şey de burada işin içine girecek. Neden Kafkasya’ya ilgi arttı ve artıyor?

Karadeniz bölgesiyle ilgili bir sunuş yapmıştım, ‘Karadeniz Bölgesi nedir, nasıl tanımlanmalıdır’ üzerine… Orada bu jeopolitik-jeostratejik teorilerden girdim. 1900’de, büyük jeopolitikçilerden sanırım Mackinder’in bir kitabı var, oradan hareketle yapılmış bir harita var. Haritada dünyanın paylaşılmış alanları çizilmiş, paylaşılmış alanlardan sonra ortada kalan Karadeniz, Doğu Avrupa, Karadeniz hattından gelip Türkiye’yi kapsayan ve Kafkasya’dan Afganistan’ı da içine alarak aşağı yukarı Hindistan’a kadar giden bir çizgi var. Diyor ki “Diğer alanlar paylaşıldı, oyun burada dönüyor.” 1900’den soğuk savaş dönemine kadar geldiğimizde mücadele alanı heartland –bizim askerlerin çevirdiği şekliyle kalpgah- denilen yer, Orta Asya – Avrasya coğrafyasıdır. Bugün Hazar merkezli enerji tartışmaları bunlardan biri. Böyle bir alan… Bu alana hakim olan dünyaya hakim olur teorisi işliyor hala. Bu mücadelede, 20. yy.ın ortalarından sonuna kadarki mücadele doğuya doğru, kalpgaha doğru giden süreçte Doğu Avrupa merkezliydi. Doğu Avrupa halledildi. Şimdi Doğu’ya doğru geldiğinde merkezi ele geçireceğin yer için geçerli olan bölge Karadeniz ve Kafkasya. Ondan sonra Afganistan ve daha doğuya gidecek; Orta Asya ile kapanacak bu iş. Yani temelde benim bakış açım ve kafam daima bu jeopolitik-jeostratejik tartışmalara yatıyor. Batılılar da bu merkezde oynamaya başlıyorlar. Burada sorun şu: Batı dünyasının –ne olduğunu tanımlamadığımız Batı dünyasının- politik vizyonu içerisinde yeni Rusya nereye oturuyor? Ve Batı dünyası bu yeni Rusya’yı nasıl algılıyor meselesi. Yeni Rusya bir arayış içinde. Düşünce şu: Rusya, bizim doğuya doğru ilerleyişimizde tarih boyunca bir engeldi. Dolayısıyla şimdi en avantajlı dönemlerimizden birini yakaladığımızda Doğu Avrupa işini çözdük. Bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Bu geçiş döneminde alanın içerisinde belli merkezleri adım adım nasıl alacağız? Kafkasya, Ukrayna bu yüzden çekişme alanı. Türkiye gibi geçiş bölgeleri burada oyunun içine nasıl sokulacak tartışmaları var. Bir de eş zamanlı olarak bu arayışta işin içine giren en güzel faktörlerden bir tanesi ‘diaspora’. Diaspora, diasporanın rolü, hali… Diaspora nedir? Diaspora denince biz ne anlıyoruz, Batı ne anlıyor, Rusya ne anlıyor? Bu soruların her birini sormak lazım. Diaspora Batı dünyası için sivil toplum demek. Kendi kendine örgütlü, dünyayı algılayacak, modern sistem içerisinde kendine ait ve farklı çıkarları olan ve bu çıkarlar için organize olabilecek bilinçli bir yapılanma. Belki orada üzerinde durmamız lazım. Türkiye diasporası var mı? Ben makale de yazdım. Emigre olmaktan diaspora olmaya geçiş süreci… Göçmen olmak ya da diaspora olmak… Biz diaspora diyoruz. Bir çok insan da, dernekler de dahil kullanmaya başladılar. Büyük bir ihtimalle büyük ağabeylerimizin hiç biri 95’lere kadar diaspora diye bir kelime duymamıştı. Şimdi hepsi ‘biz diasporanın temsilcisiyiz’ diyor mesela. Bu dönüşümü gösteriyor. İşte Batı dünyası da bunu anlamaya çalışıyor. Biz diaspora diye kendimize isim taktığımızda, bir de 7 – 8 milyon gibi rakamlardan bahsediyoruz, adam diyor ki “Gerçekten var mı?” Batı, diaspora dediğin zaman örgütlü, bilinçli bir yapılanma anlıyor ve bunu tanımlamaya çalışıyor. Bizim ne anladığımız hala belli değil. Rusya da bunu bir tehdit olarak algılıyor. Batı bir fırsat, imkan olarak görüyor diasporayı, çünkü kullanabileceği meşru, bilinçli, organize bir yapıdan bahsediyoruz. Ve onun hedef aldığı bölge üzerine ihtiyacı ve çıkarları olan, hedefleri olan ve duygusal bağı olan bir yapıdan bahsediyor. Gerçekten bu var mı? Soru bu… Herkes bunu merak ediyor. Gelenler bunun için geliyor. Rusya da bunun peşinen varolduğunu kabul ediyor. Çünkü potansiyel olarak, arşiv malzemesine baktığı zaman adam oradan ne kadar insanı buraya ne koşullarda attığını biliyor. Ama şunu bilmiyor… Ben mesela bizim Dışişleri Bakanlığı’na gittiğimde, Abhazya meselesini tartışırken, iki tane harita koyduk, Türkiye’deki Çerkes köyleri haritası. Bizim tarafımızdan hazırlanmamıştı, Rusya’nın hazırladığı haritaydı, bizimkilerde de yoktu o harita. Ama bizimkilerin algıladığı diaspora da bir efsane. Biz de bilmiyoruz, T.C. Dışişleri Bakanlığı da bilmiyor, istihbarat da bilmiyor… Diaspora bu anlamda bir imagination, bir tahayyül. Ve o tahayyül çok tehlikeli… Yok diye hareket edersen, ya varsa? Var diye hareket ediyorsan, ya yoksa? Dolayısıyla ikisini de ölçemediğine göre, diaspora neden ön plana çıktı? İşte bu savaş zamanı ön plana çıktı. Bizim göçmen derneklerinin diasporaya dönme sebebi de buydu. Çünkü hepimizi bir araya getirebilecek kabul edilebilir ve çok halkı gerekçeler vardı. Çeçen meselesi, Abhazya meselesi, başka bir zemine oturunca, siyasi alana gelince bölünmeye başladık. Tartışıyoruz. Hepimizin çözümleri farklı. Hatta birbirimizden nefret etmeye başlıyoruz. Bu, diaspora olup olmadığının cevabı, belki onu tartışmalıyız. İkincisi, diaspora ne yapabilir, onu da kimse bilmiyor. Batılıların son dönemde Türkiye’de gezip Kafkasya ile ilgili bilgi alırken, ‘Türkiye ya da diaspora oyuna girerse ne olabilir’in cevabını bulmaya çalışıyorlar. Kafkasya’da da yapıyorlar aynı çalışmaları. Ve bu diasporanın rolünü ya da halini bize tartıştıracak. Batı dünyası bölgeler yaratmaya başladı, yeni bölgeler… Ve bu yeni bölgeleri güvenlik kavramı üzerine yaratıyor. Kafkasya da bir güvensiz alan olarak tanımlanıyor. Bunu güvenlikleştirmek lazım. Güvenlikleştirmek çok bilinçli bir kelime. Bu güvenlikleştirmenin için