Drau Vadisine Yolculuk: 1 – Budapeşte

Drau Vadisine Yolcuk 

  Birinci Bölüm: Budapeşte 

     Avrupa Birliği ve Türkiye Ulusal Ajansı destekli, Kafkas Vakfı tarafından yürütülen proje kapsamında, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Avusturya’nın Drau Vadisinde yaşanan katliamda hayatlarını kaybeden atalarımızın izini arama yolculuğuna çıktık.

Kafkas Vakfının genç yönetimi tarafından yazılan proje, Avrupa Birliği ve Türkiye Ulusal Ajansı’ndan onay alındıktan sonra harekete geçildi. Proje kapsamında, yaşları on sekiz ve on dokuz olan gençlerden oluşan otuz kişilik bir gurup ile yola çıkılacaktı. Gurupta sadece on sekiz yaşından büyük birkaç kişi olacaktı. Bunlar da gurup liderleri idi.

Proje gereği, yolculuğun büyük bir bölümü tren yolculuğu olarak gerçekleşecekti. Budapeşte’den Viyana’ya, oradan da yine tren yolculuğu ile İtalya sınırındaki Drau bölgesine ulaşacaktık.

 

İşin gerçeğini söylemek gerekirse, çok zor olan proje onayını almaktan çok, bizleri vize işleri yordu. Avrupa birliği destekli bir proje dahilinde faaliyet yürüttüğümüz halde, birinci derecede muhatap olan ülkemiz olan Avusturya’dan bırakın vize almayı; randevu bile almakta zorlandık.

Bunun üzerine, Macaristan’da Budapeşte üniversitesinde yüksek lisans yapan “Belleğin Sesi” adlı belgesel çalışması ile tanıdığımız genç kardeşimiz Fatih Ekim’in yönlendirmesiyle Macaristan üzerinden vize alarak gezimizi gerçekleştirmeye karar verdik.

Burada Fatih kardeşimizin önerisinin yanında, Budapeşte ile Viyana arasında sık olan tren seferlerinin de önemli bir payı vardı. Budapeşte ile Viyana arası tren ile iki buçuk saat çekiyordu. Projemiz de tren yolculuğu üzerine kurulmuştu.

Burada da önemli sıkıntılar yaşadık; ama yine de adeta yara bere içinde de olsa vizelerimizi aldık. On dört kişiye on günlük, altı kişiye sekiz günlük vize verilmişti. Dört kişiye ret cevabı verilmişti. Kafilemizde bulunan altı kişi ise yeşil pasaportlu idi. Son iki gün içinde yeşil pasaportlu dört gencimizi daha kafileye dahil ederek sayıyı otuza tamamladık.

Projede büyük emekleri olan ve resmi işlemleri yakından takip eden Kafkas Vakfı yönetim kurulu başkanı Veysel Arıhan’a sekiz günlük vize verilmişti.

Drau kısmını daha iyi değerlendirmek için, Veysel Arıhan ile birlikte beş kişilik ekip 20 Mayıs günü hareket etmek mecburiyetinde kalmışlardı.

On altı nisanda konsolosluktan arandığımızda, pasaportları hemen almamız gerektiği; on yedi nisanda paskalya tatiline girdikleri için konsolosluğun kapalı olduğu ifade edildi. Gençler hızla organize olarak harekete geçtiler. Zaman kısa olduğu için tek uçakta otuz kişinin yer bulması mümkün değildi.

Türkiye’den çıkış için vizede belirlenen tarih on yedi Nisan idi. Vizenin bitişi ise yirmi sekiz Nisan olarak görünüyordu. Birçok kez Şengen vizesi almama rağmen, ilk kez on günlük bir vizeyle muhatap olmuştum. Avrupa Birliği projesinde belirlenen gezi süresi dokuz gün olmasına rağmen, altı arkadaşımız sekiz günlük vize alabilmişti.

Bütün bu karmaşalara rağmen, gençlerimiz yine de organizasyonun altından başarı ile kalktılar. On sekiz Nisan günü iki ayrı uçuş ile Budapeşte’ye vardık. Diğer kafileler de ertesi gün Budapeşte’ye geldiler.

Başlangıçta aslını söylemek gerekirse, böyle genç bir ekiple seyahat etmenin zorluklarını düşünmedim dersem yalan olur.

Gezinin yönetim kadrosunun başında Şevval Uçar kardeşimiz vardı. Ekip guruplara ayrılarak hepsinin başlarına bir sorumlu tayin edildi. Gupse, Gunef, İsmail, Elif gurup sorumluları olarak görevlerini gezi boyunca layıkıyla yerine getirdiler.

Bazıları ilk kez yurt dışına çıkmalarına rağmen, büyük bir kısmı dil bilen ve öz güvenleri tavan yapmış gençlerle birlikte olmak Kafkas Vakfı kurucusu olarak göğsümü kabarttı.

Budapeşte Havaimanı’nda genç ve güler yüzlü kardeşimiz Hutej Fatih Ekim bizi karşıladı. Hemen şehir merkezine geçerek kalacağımız yere yerleştik.

Ana branşı Edebiyat öğretmeni olan, yan branşı olarak da tarih bölümünden iki sertifikası bulunan, zaman zaman tarih derslerine de giren bir öğretmen olarak, Osmanlı tabiriyle Budin (Budapeşte) şehrini detaylı olarak gezme imkânım olmamıştı.

Budin, Zigetvar, Estergon ve Peç şehirlerini çok görmek arzusundaydım. Gezimizin asıl amacı Avusturya Alplerinin kıyısından akan Drau nehri ve o vadide yaşanan dramların izini sürmekti.

Macaristan için, geldiğimiz gün hariç, iki gün ayırmıştık. Budapeşte de ancak iki günde gezilebilirdi. Diğer şehirleri gezmeyi başka bahara bırakarak Budapeşte’ye odaklandık.

Kaldığımız yer, Fatih kardeşimizin tanıdığı Denizlili Kerim isminde, Macar bir hanımla evli olan emekli bir bankacıya ait pansiyon tarzı bir yer idi.

Çok lüks olmasa da, eski Sovyet zamanından kalma tarihi binalarda müstakil odaların düzenlenmesinden oluşmuş bir yapıydı. Genellikle öğrencilere kiraya verilen, içinde tencere tabak ve çay demleme aparatlarının bulunduğu odalar bizim için güzel bir tevafuk oldu.

Kaldığımız mekân, Budapeşte’nin en merkezi bir noktası idi.  Tarihi mekanların birçoğuna yaya yürüme mesafesinde sayılırdı. Yürüme mesabesi tabirini Fatih Ekim kardeşimize göre anlamak gerekir.

Budapeşte’de Fatih Ekim kardeşimizin hemen şurada dediği mekanlara iki buçuk günde yetmiş bin adım atarak ulaştık. Telefondaki adımsayar aplikasyonunu çalıştırdığımız için her şey belgelidir.

Daha sonraları Fatih Ekim tarafından kafile bir yere götürüleceği zaman, gidilecek yer için “hemen şurada” ifadesi, hepimiz tarafından en az üç kilometre olarak algılanmaya başlandı.

Kaldığımız yerin hemen yanında bir kafenin önünde uzun bir kuyruk gözüme çarptı.  Emin olun abartmıyorum en az yüz elli kişi kuyrukta bekliyordu.

Burası Macarların ifadesine göre Avrupa’nın, hatta dünyanın en önemli ve prestijli kafesiymiş. İnsanlar bu kafeye giriyorlar, oldukça tuzlu bir bedel ödeyerek kahve içiyorlar, yemek yiyorlar ve selfi çekilerek dışarı çıkıyorlarmış.

Ne diyeyim Allah akıl fikir versin diye söyleniyordum ki, bazı gençlerin hocam neden öyle diyorsun diye bana sitem ettiklerini gördüm. Kendi kendime kuşak farkı diyerek güldüm.

Otele eşyalarımızı koyar koymaz, fazla zamanımız olmadığı için Budapeşte’de gezilecek yerlerin başında olan Gül Baba’yı ziyaretle işe başladık.

İlk olarak toplu ulaşımda kullanmak üzere yetmiş iki saat geçerli olan biletlerimizi aldık. Bu bilet ile metro, metrobüs ve trenler dahil her şeye binme imkânı vardı. İşin ilginç tarafı, bilet kontrol eden kimse de yoktu. Nadiren kontrol yapılırmış, biletsiz seyahatin cezası da çok büyükmüş. O yüzden kimse bunu istismar etmiyormuş.

Gül baba türbesi, manevi havası çok yüksek bir mekân. Osmanlı’nın öncü dervişlerinden biri. Kanuni zamanında buralara gelip İslam’ı yaymaya çalışan bir Bektaşi dervişi imiş.

Türbenin içinde, Gül Baba ile ilgili guruba kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra, Tika tarafından büyük bir müzeye dönüştürülen mekanı gençler ile birlikte dolaştık.

Kanuninin Budin kuşatması sırasında vefat eden Gül Baba, iki yüz bin kişilik Osmanlı ordusunun, Kanuniyle birlikte  katıldığı, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin kıldırdığı cenaze namazıyla defnedilmiş ve mezarına türbe yapılmıştır.

Gül baba türbesi 2018 yılında Tika tarafından onarılarak mükemmel bir mekân ortaya çıkarılmış. Burada Gül Baba’ya Fatiha okuyarak mekândan ayrıldık

Daha sonra Tuna nehri kıyısına indik. Burada bulunan ünlü Macaristan parlamento binasının yanına gittik. Burada gurup liderlerine iki saatlik izin verildi. Bütün gençler şehrin farklı yerlerine dağılırken, ben kendimi Tuna kıyısında buldum.

Tuna üzerine geçmişte çok çalıştım, hakkında çok şey okumuştum. Elveda Çerkesya romanımın konusunun önemli bir kısmı da Bulgaristan topraklarında Tuna kıyısında geçiyordu.

Tuna gerçekten çok ilginç bir nehir. Avrupa’nın en uzun nehri. Takribi olarak 2800 km uzunluğa sahip.  Almanya’nın güneyindeki Donaueshingen kasabasından doğduğu için kısa adı DONA yani bizim dilimizde TUNA olarak söylenir.

Tuna Avrupa’nın on ülkesini boydan boya kat ederek Romanya topraklarında Karadeniz’e dökülür. Tuna Avrupa’daki birçok nehri bünyesine katarak sularını Karadeniz’e taşır.

Tuna’ya katılan Avrupa nehirlerinden en büyüğü, sekiz yüz kilometreye yakın uzunluğuyla bizim ziyaretgahımız olan DRAU nehridir. İkincisi; eski Yugoslavya topraklarından doğan SAVA, üçüncüsü ise Ukrayna’dan doğup Macaristan’da Tuna’ya katılan Tisa nehridir.

Ben Tuna’yı, Bulgaristan ve Romanya’yı ayıran sınır nehri olarak da tanımıştım. Tuna, Budapeşte’de de muhteşem bir nehir görüntüsü çiziyor. Şehri ortadan ikiye bölüyor. Bir yakasına Buda, diğer yakasına da Peşte adı verilmiş.

Macaristan parlamento binasının arkasından Tuna kıyısına indiğimde, akşam güneşi batmak üzereydi. Tuna kıyısında yer alan binaların ışıkları Tuna sularına yansıyınca, muhteşem bir manzara ortaya çıkıyordu.

Bir taraftan da; Tuna üzerinde turist gezdiren teknelerden gelen hafif bir müzik eşliğinde yavaş yavaş yürüyordum. O sırada kıyıda yaklaşık yüz metrelik bir alanda yanan mumlar ve o mumların yanında betona sabitlenmiş yüzlerce ayakkabıdan oluşan bir bölüme denk geldim.

Burası, Macar Yahudileri tarafından düzenlenen bir hafıza mekânı imiş. İkinci dünya savaşında hayatlarını kaybeden Yahudilerin anısına, buraya gelenler mum yakıyorlarmış.

İçimden kendimin duyacağı şekilde” Tuna nehri akmam diyor” marşını söyleyerek uzun süre yürüdüm. Sonra Behçet Kemal Çağlar’ın “Hey Tuna Tuna “  isimli bir şiirinin olduğunu hatırladım. Şiir tam olarak hatırımda kalmadığı için, bir banka oturarak internetten bulup sesli sesli okumaya başladım.

Sana hiç yakışmıyor, böyle durgunluk Tuna

Somurtma açıl artık, ben geldim söyle Tuna

Bize hasret çektikçe, geldikçe dara Tuna

Döküldüğün yere git, oradan seslen Tuna

Hasretsin yatağında, dön, çırpın dövün Tuna

Derdine yan, buhar ol, gel bozkıra yağ Tuna

Mısralarıyla devam eden şiiri bir müddet okudum. Yanımdan geçenler, belki de bu adam deli her halde diyerek bana bakmışlardır. Hiç kimseyi umursamadan şiiri okudum.

1945 yılının 28 mayısında, zorla Ruslara teslim edilmek istenen soydaşlarımızın içine atlayarak boğulduğu Drau ırmağının da Tuna’ya karıştığını düşünerek hüzünlendim.

İki saat süren Tuna ile dertleşmenin ardından kafile ile belirlenen yerde buluştuk. Akşam yemeğini birlikte yedikten sonra, otelimizde dinlenmeye çekildik.

Sabahleyin Fatih Ekim kardeşimiz bizi Budapeşte’nin ünlü Kahramanlar meydanına götürdü. Burası Macar tarihinde önemli izler bırakmış kahramanlara ait çeşitli anıtların yer aldığı büyük bir meydandı.

Yurt dışından gelen devlet başkanları, bu meydandaki anıta çelenk bırakarak Macaristan ziyaretini başlatırlarmış. Gerçekten de çok güzel bir meydan. Yan tarafında da çok büyük bir park mevcut.

Burada Macaristan tarihine damga vurmuş önemli şahısların büstlerini incelerken, tanıdık bir sima ile karşılaştım. Burada hemşerim İmre Tökeli’nin büstü de mevcuttu.

İmre Tökeli ismi size yabancı gelebilir ama, benim gibi Kocaeli’de doğanlar için çok tanıdık bir isim.

İmre Tökeli, Viyana kuşatması sırasında da Osmanlı yanlısı olmuş Erdel beyidir. Macaristan’ın bağımsızlığı için, Avusturya Hasburg hanedanına karşı isyan bayrağı açmış, yenilince iki bin askeri ile birlikte Osmanlıya sığınmıştır.

İmre Tökeli, Osmanlıya sığınınca, İzmit’e yerleştirilmiştir. Burada vefat etmiş, mezarı iki yüz yıl sonra Macaristan hükümeti tarafından ülkesine geri götürülmüştür.

Kocaelide İmre Tökeli adına bir adet müze ev mevcuttur. İmre Tökeli ismini burada görünce, adeta tanıdık birini görmüşçesine sevindim ve burada resim çektirdim.

Kahramanlık meydanının yanında, hemen Türk Büyükelçiliği bulunuyordu. Fatih Ekim kardeşim, büyükelçilikte görevli din ataşesinin çerkes olduğunu söylediğinde tanışmak istediğimi söyledim. Fatih hemen telefon etti.

Uğur Yılmaz adlı Budapeşte Diyanet temsilcisi kardeşimiz telefon üzerine, tatil günü olmasına rağmen hemen bizi almaya geldi. Fatih kafile ile gezerken biz Uğur kardeşim ile derin bir sohbete daldık.

Uğur kardeşim aslen Gümüşhaneli Şiran ilçesindenmiş.  Burada eskiden üç adet çerkes köyü varmış. Şu anda pek fazla yaşayan kalmamış.

Annesi Bursalı ve Çerkesçeyi çok iyi konuşuyormuş. Kendisi de az da olsa bir şeyler anlıyor. Kafkas Vakfını da sosyal medyadan takip ediyormuş. Çerkes kültürü ile çok ilgili kardeşimizle daha sonraları da görüşmek üzere sözleşiyoruz.

Gurubumuz tarihi Budin kalesine çıkıp oradan panoramik bir Budapeşte manzarası seyredecek. Uğur kardeşim, beni ekibimizin olduğu noktaya getiriyor ve Budin kalesine gurupla birlikte çıkıyoruz.

Budin kalesi diyorum ama, gerçeği söylemek gerekirse, kale ile ilgili pek fazla bir kalıntı göremedik. Birkaç duvar ve kazı yapılmış bazı temelleri ortaya çıkarmışlar.

Budin kalesinde guruba, Macaristan’ın fethi ve Mohaç savaşı ile ilgili bazı açıklayıcı bilgiler veriyorum. Zigetvar ve Estergon kalelerinden de bahsediyorum.

Kale Budapeşte’yi yüksekten gören çok güzel bir manzaraya sahip. Akşam güneşin batımından sonra, Budapeşte’nin ortasından geçen Tuna’nın muhteşem manzarasını izleyerek fotoğraf çektiriyoruz.

 

Ertesi günü Budapeşte’ye trenle kırk dakikalık bir mesafede bulunan turistik Szentendre köyüne gideceğiz. Burada yarım günlük bir programımız olacak.

Vize alımı sırasında paramparça olan gurubumuz, Kafkas Vakfı Başkanı Veysel Arıhan ve beş kişilik bir gurubun öğleden sonra aramıza katılmasıyla birlikte tamamlanacak.

Fatih Ekim kardeşimiz bizi Szentendre köyünde yaşayan Kayserili Kabardey  Emre Pshiguse ile tanıştırdı. Emre kardeşimiz, Ankara’da İngiliz dili ve edebiyatı okuduktan sonra, Amerika’ya gidip orada kalmış. Daha sonra Amerikalı bir kızla evlenerek Budapeşte’ye yakın bu köye yerleşmiş.

Emre kardeşimiz, aktif olarak Çerkes dilinin geleceği için çalışmalar yürüten bir projenin parçası.  Mozilla-“Common Voice Circassian” sayfasında yapay zekaya çerkesçe sesleri yükleyerek dilimizi geleceğe taşımaya çalışan bir aktivist.

Ortak dostlarımız Murat Papşu ve Zeynel Abidin Besleney ve daha birçok isimle birlikte bahsi geçen projeyi yürütüyorlar. Elimizden geldiği kadarıyla, birlikte çalışma noktasında da mutabık kaldık.

Burada gençlerimiz çok güzel vakit geçirdiler. Biz de Emre kardeşimizle Çerkesçe ve geleceğini uzun uzun konuşma imkânı bulduk.

Öğleden sonra Szentendre köyünden ayrılarak Budapeşte’ye döndük. Burada guruba serbest zaman verilerek Budapeşte’de alışveriş yapmak isteyenlere imkân sağlandı.

Saat 16.00 gibi Veysel ile birlikte son ekip de konakladığımız pansiyona ulaştı. Tabi ki son ekibin Budapeşte’yi gezme imkânı pek yoktu.

Sadece akşam yemeğine kadar, iki üç saatlik bir zamanda yeni gelen gurup çevreyi dolaşma imkânı buldular.

21 Nisan sabah erkenden saat 05.55 treniyle Budapeşte’den Viyana’ya hareket edeceğiz. Fatih Ekim kardeşimiz de bizimle birlikte Viyana’ya geliyor. Kendisi Viyana’da çerkes derneği olduğu için sık sık oraya gidiyormuş.

İstikamet ve rotamız Drau vadisi. Geçlerimiz sadece bizim anlatımlarımızdan duydukları Drau ve İrchen köyünü çok merak ediyorlar. Kendilerine vermiş olduğumuz ödev çerçevesinde, internetten Drau faciası ile ilgili yazılar okumuşlar.

İşin gerçeği, en çok da ben merak ediyorum. Evimizde on dokuz yıl kalan Haçe Amcanın anlattığı kadarıyla zihnimde canlandırmaya çalıştığım mekanlar acaba benim düşündüğüm gibi mi?

Bu düşünceler içinde perona yaklaşan Viyana’ya gidecek olan Avusturya trenine kısa süre içinde biniyoruz.

Allah Nasip ederse iki buçuk saat sonra Viyana’dayız.

2. BÖLÜM DRAU’DA ATALARIN İZİNDE

 

 

 

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Ajans Kafkas'ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Diğer Köşe Yazıları