Batı Kafkasya ve diasporadan ne istiyor? (II)

Kafkas diasporası var mı, yok mu? Diasporik bir yapı anavatanla ilişkileri nasıl etkiler? Ajans Kafkas’ın Batı’nın Kafkasya’ya artan ilgisi üzerine TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mitat Çelikpala, araştırmacı-yazar Cem Kumuk, Kafkasya Forumu’ndan Alper Kahraman ve Abrek Ünlü’nün katılımıyla gerçekleştirdiği yuvarlak masa toplantısının ikinci bölümünde anavatanları dışındaki Kafkasyalıların Ermeni ve Yahudiler gibi diaspora oluşturamadıkları, ilk kadroların tasfiye edilmesinin bu süreci sekteye uğrattığı tespitleri öne çıktı.

Hüseyin Tok’un yönettiği oturumda işte konuşulanlar:  

Cem Kumuk: Diaspora kavramı aslında Amerika’nın yeniden keşfini gerektirmeyen, Batılılar tarafından da tanımlanmış bir şey. Diaspora kelimesi ta Kabala’dan bu yana, yani Yahudi toplumun siyasi hedeflerini belirleyen, Yahudi toplumunun siyasi ideolojisini ortaya koyan Kabala’dan bu yana çizilmiş bir şey. Bir; Yahudiler vatansız bir ulustur, öncelikli olarak Yahudilere bir vatan kazandırmak gerekmektedir. Kabala’nın en önemli hedeflerinden birisidir. İki; Yahudilere bir vatan kazandırılması amacıyla, sürgünde, dünyaya yayılmış olarak yaşayan Yahudilerin örgütlü bir toplum haline dönüştürülmesi gerekmektedir ve bunun için de sosyal disiplin kodları oluşturulması gerekmektedir. Bu disiplin kodlarından biri nedir? Hahamlık kontrolü altında evlenmiş olan her Yahudi çifti artık hahama her ay geliriyle paralel bir ödenek ayırmak zorundadır. Toplanan bu ödeneklerle bir sürgün coğrafyasında yaşayan Yahudiler zora düştüklerinde yardım edilmesi ve toplumun kalkındırılması hedeflendi. İkincisi ilerde oluşturulacak anavatana –yani İkinci Dünya Savaşı sonrası İngilizlerden satın alınan Filistin topraklarına- aktarılacak paralar için yüzyıllarca para biriktirdi bu inanlar, Kabala siyaseti çerçevesinde. Oluşturdukları bu yapıya da diaspora dediler. Bunu kopyalayıp bizim toplumumuza yapıştırdığımız zaman aslında çok da farklı bir şey görmüyoruz. Anavatanımız var, vatansız bir toplum değiliz. Ama şu anda vatansızız. Anavatanımız dediğimiz topraklarda, mevcut kütlemizin çok küçük bir bölümü yaşıyor. Yaşayan kesim, benim çok sevdiğim bir tabir o, fiziksel tecavüze uğramamak adına zihinsel tecavüzü kabul ederek şu anda baskın gücün kontrolü ve yönlendirmesi altında yaşıyor. İki: nüfusun büyük bölümü dışarıda yaşıyor, demografi aleyhine. Buraya kadar diaspora kriterlerine uyuyor gibi görünüyor. Bundan sonra diaspora kriterlerinden farklılaşıyor. Bir: ortak hedef uğruna oluşturulmuş Kabala gibi bir ideolojimiz, bir siyasetimiz yok. Yani toplumu azami müşterekte birleştiren bir hedefimiz yok. Onun için bugün dönüşçüsü, dönüşçü olmayanı, solcusu, sağcısı, dincisi, dinsizi vesaire, parçalanmalara gitmişiz. Bu yapı olmadığı için, doğal olarak bu yapının getirdiği sosyal disiplin kodları, bu kodların getireceği finansal altyapı ve örgütlülük temelleri de zaten kendiliğinden ortadan kalkmış oluyor. Dolayısıyla ben hocamın görüşlerine katılıyorum, biz şu anda bir diaspora olma niteliklerine sahip değiliz, bundan çok uzaktayız. Buradan da Alper’in söylediği bir şeye vurgu yaparak bağlamak istiyorum: Biz bilgiyi yönetemediğimiz için, ilişkiyi yönetemediğimiz için ve ortak hedeflere kilitlenemediğimiz için diaspora toplumu olma özelliğini kazanma şansımız da en azından yakın vadede pek gözükmüyor.

Alper Kahraman : Ben daha umutluyum.

Cem Kumuk: Mutlaka öyledir. Ama şunu ortaya koyuyorum. Umut kavramını soyuttan somuta taşırken olması gereken şeylerin ne olduğunu ortaya koyduğumuz zaman, bunlar gerçekleştiği zaman olacak demektir.

Alper Kahraman: Bir de şunu sormak lazım: 5 milyon mu, 7 milyon mu bilmiyorum ama ‘Bu kadar nüfus var da niye diaspora değiliz’ diye sormak lazım.

Mitat Çelikpala: Önemli olan bilinç işte.

Alper Kahraman: Ama bu kadar da olmamalı. Mesela Ermeniler Fransa’ya gittiler 1915’ten sonra. Bizimkiyle karşılaştırıldığında Ermeniler çok çabuk diaspora oluşturdular. Onlar neden böyle oldu? Birkaç tane faktör var burada. Birincisi gittikleri ülkeyle ilgili bir durum var. İkincisi de gidenlerin niteliğiyle ilgili bir durum söz konusu. Ermeni nüfusu biraz daha kentli bir nüfus. Kır nüfusu da var ama gittikleri yerlerde kentle kır nüfusunun iç içe geçmesi onların diaspora olma sürecini biraz daha hızlandırdı. Diasporanın aslında bir kavram olarak kente ait bir kavram olduğunu düşünüyorum. Bizim diaspora tarihimize bakarsak, aslında biz bir zamanlar diaspora idik. Mesela Çerkes Teavün Cemiyeti’nin kurulduğu dönemlerde korkunç bir güç söz konusu. Nüfusun durumunu ele aldığımız zaman… Osmanlı belli bir düzeyde kendi güvenlik meselelerini de göz önüne alarak nüfusu dağıtıyor. Balkanlar’da, Anadolu’da, Ortadoğu’da, İsrail’e kadar bir hat çekerek bir yapı oluşturuyorlar. Ama Osmanlı’nın bir başka faktörü de şu oldu: Sürgünlerin elitlerini kendine topladı. Yani aslında feodal bağları da bir taraftan farklı bir şekilde kırdı. Etkin isimlerin hepsini saray çevresine topladı. Yani aslında, ilişkiler yeniden üretilmiş olabilir, yeni soylular çıkmış olabilir, onların akrabaları hayatta olabilir, ama bilgiyi elinde tutan, devlet yönetimi yapan, savaşta aktif rol oynayan, o dönemde o süreçleri çok güçlü bir şekilde yaşayan kadroların tamamı o dönemde İstanbul’da sarayın etrafında toplandılar. Bakıyorsunuz, diaspora teorilerini bile şaşırtacak denli hızlı bir şekilde Osmanlı politikasında aktifleşmişler, Kuzey Kafkasya’da bağımsızlık hareketlerini desteklemişler, okullar açmışlar, ordular kurmuşlar, Kafkasya’ya gitmişler, Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’nin ilan edilmesini sağlamışlar… Her şey çok iyi, güçlü giderken bir şey oluyor ve bir anda bizim diasporamız yok oluyor. İşte orada bulunduğumuz ülke faktörü devreye giriyor.

Cem Kumuk: Çok güzel bir nokta, oraya bir saplama yapmak istiyorum, Çerkes Teavün Cemiyeti’ne bağlayarak… Şu anda önümde açık bir belge var. 3 Nisan 1919 tarihini içeren, meşhur İngiliz ajanı Toynbee tarafından hazırlanmış ve merkeze yapılan bir bildirimi içeren bir belge. Çerkes Teavün Cemiyeti dönemi. Mareşal Deli Fuat Paşa’nın organizasyonunda Çerkeslerin tekrar anavatanlarına döndürülmesiyle ilgili sürgündeki bir takım Çerkes söylemleriyle ilgili olarak İngilizler kendi aralarında yazışıyorlar… Diyor ki “Amerikan Amirali Riggs’in 15 Şubat tarihli ve 151 numaralı belgesi doğrultusunda, Türkiye’de yaşayan Çerkeslerin anavatanlarına geri döndürülmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?” diyor. Bu belgenin numarası Foren Ofisi FO 608/84/25. Ve gelen cevap şu: “Hiçbir şey yapamayız. Ancak buna sadece sempati besleyebiliriz. Çünkü” diyor ve sebebini bağlıyor: “Çerkesler gerçek anlamda örgütlü bir toplum değildir. Çerkesler sadece bazı elitler tarafından temsil edilen ve gerçek anlamda bizim umduğumuz güç ve bu gücün sonuçlarını ortaya koyabilecek yapıya sahip değillerdir.” “Ayrıca” deyip başka bir noktaya varıyor: “Çok ciddi dini saplantıları vardır ve bu saplantılar şu anda bizim Kafkasya ile ilgili politikalarımızla örtüşmemektedir.” 3 Nisan 1919. Batı aslında bir bütün. Nasıl bir bütün? Yapılan yazışmalara baktığınız zaman Amerikalıyla İngiliz kendi aralarında yazışıyorlar, irtibat halindeler. Farklı kanallarda aynı ortak hedefe kilitlenmiş, ittifak halinde olan uluslar, o sırada ortak hedeflerine yönelik her şeyde bilgiyi paylaşıyorlar. Zaten dünya paylaşımı içinde bir yeri Amerikalılar, bir yeri İngilizler bir yeri Fransızlar alırken bunlar hep ortak hedef doğrultusunda yapılıyor. Burada da görüyoruz, Amerikalı Türkiye’deki Çerkesleri vatanlarına döndürmek istiyor ve soruyor: “Ancak bununla ilgili İngilizlerle beraber hareket etmek istiyorum, bu yönde bir şey yapılmalı mıdır?” İngiliz de çok açık hemen cevabını veriyor: “Hayır yapamayız, ancak sadece sempati besleyebiliriz.” Bugünkü yapı da aynen bu.

Bir de şunu söyleyeyim: Batı biz diaspora mıyız, değil miyiz diye anlamak için bir çaba sarf ederken bir şeyi daha görmek istiyor. Kafkasya’ya yönelik değil. Yine tarihten baktığımız zaman 2 Ağustos 1941 tarihinde Transjordan coğrafyasında, Ürdün’de ve Suriye’de Çerkeslerin aktiviteleriyle ilgili İngilizler kendi aralarında bir yazışma yapıyorlar. Ve bu yazışmanın amacı ne biliyor musunuz? 2. Dünya Savaşı’nda bölgedeki Çerkesleri İran’daki İttifak Güçleri’nin operasyonlarında kullanıp kullanamayacaklarını tartışmak. Ve sonuç olarak şuna geliyor: İran’daki İngiliz işgal güçleri komutanı şiddetle Filistin’deki İngiliz işgal güçleri komutanlığından Çerkes gerilla birliklerinin İran’a kaydırılmasını istiyor. Ürdün’deki komutan da amiyane tabirle ‘Sen avucunu yalarsın, benim onlara burada yaptıracak çok fazla işim daha var’ diyor. Bu belgenin de numarası 4352/4248/38. 2 Ağustos 1941 tarihli bir belge. Dolayısıyla, biz bir diaspora isek, “Batı”nın –Batı’yı tek bir yapı olarak değil ama ortak hedefler uğruna kanalize olabilmiş bir ittifak gücü olarak görüyorum- gerek ortak hedef Rusya’ya karşı, gerekse bizim hayallerimizi bize havuç olarak gösterip, o havucu bir gün bize verecekleri umudunu taze tutup, kendilerine ait hedeflerine yönlendirebilme umutlarına karşı bizi bir kategorizasyona sokma çabalarıdır. Eğer diaspora isek, evet bu adamlara bu yaptırılabilir. ‘Eğer diaspora iseler, bu adamlara bu yaptırılabilirse, bu adamlar bize bu hizmetlerde bulunabilirse yarın öbür gün bu havucu onlara yedirebiliriz. Ama yok, bu adamlar diaspora değillerse, uğraşmaya değmez. Evet, gözümüz üzerlerinde olsun, sempati beslemeye devam edip teması kaybetmeyin, ama zamana yayın, herhangi bir söylemde de bulunmayın’ tarzı geçiştirmelerle sürekli bizi izliyorlar. Ama uygulamada, bugünkü gördüğümüz uygulamalardan farklı bir şey de yaşamadık.

Alper Kahraman: Ben Mitat hocanın Soğuk Savaş konusundan devam edeceğim. Aslında Soğuk Savaş’tan önce Çerkeslerin soğuk savaşının başladığını düşünüyorum ben. Çünkü Moskova Anlaşması’yla Kurtuluş Savaşı’nın hemen akabinde Kafkasyalı elitlerin Türkiye Cumhuriyeti’nde iktidardan uzaklaştırıldığı, tasfiye edildiği ciddi bir dönem söz konusu. Biz  bunları aslında hem belgelerden okuyabildik, hem de bir sözlü tarih çalışmamız vardı, aşağı yukarı belli bir yaşın üstünde 100’ün üzerinde kişiyle görüştük. Onların bir nesil öncesinden aktardıkları bilgilerle hareket ettik, o bilgileri toparladık. Ve onu çok net şekilde görebiliyoruz. Türkiye Soğuk Savaş’a kadar, yani araya bariyer girene kadarki ilk dönemlerinde Sovyetler Birliği ile ilişkilerini aslında o “zararlı” unsurlarını tasfiye etmek üzerine de kurgulamış. Hatta aynı şey Sovyetler Birliği için de geçerli, onlar da Ermeni sorununu kaşımamayı taahhüt ediyorlar. Böyle bir süreç yaşanmış. Dolayısıyla aslında Soğuk Savaş, Çerkesler için biraz daha önce başlamış. Ben bunun en temel sonucunun bizim o ilk diaspora dediğimiz kadronun tamamen tasfiye edilmesi olarak değerlendiriyorum. Bu en önemli sonuçtu. Aslında bugün Çerkes dediğimiz, dernek çevrelerinde gördüğümüz, karşılaştığımız insanların tamamı köy kökenli. Sözlü tarih çalışmaları yaparken bir de İstanbul’da bulunmuş bir Çerkes bulalım dedik, Osmanlı’dan bu yana İstanbul’da yaşıyor olsun… Hakikaten çok zorlandık. Bir kişi bulduk, o da konuşmak istemedi, babasının başına gelenler yüzünden. O kadar korkmuş ve sinmiş ki  çektiği şeylerden dolayı böyle bir şeyden uzak duruyor. İstanbullu diyebileceğimiz, o eski diasporadan kalma hiç kimse yok neredeyse. Dağılmışlar, unutmuşlar, asimile olup gitmiş büyük çoğunluğu. 60’lardan, 70’lerden sonraysa başka bir dönemin başladığını düşünüyorum. Ama belki çok çabuk olabileceği halde, biraz geciktirici faktörler var. Hani Türkiye’nin o üniter anlayışı, etnik bir tarif üzerine dayalı, diğer etnik kimlikleri görmemek üzerine kurulu bir sürü sıkıntı var.

Mitat Çelikpala: Ama şöyle bir örnek var. Ben tezim üzerine çalışırken, İbrahim Haydaroğlu, Konfederasyon’da yada daha sonra kurulan tüm o parlamentolarda görev almış, Rus Duma’sında milletvekilliği yapmış sıra dışı bir isim. Hem Kafkas entelektüeli, hem Türk entelektüeli hem Rus entelektüeli adam. Bu 1920-22’de son mücadeleyi verip Anadolu’ya göçenlerden. Cumhuriyet kurulduktan sonra Mustafa Kemal “Faaliyette bulunacaklar dışarı çıksın, diğerleri otursun” deyince, ‘Hiçbir faaliyette bulunmayacağım’ diye söz veren ekipten. Kalıyor ve yanlış hatırlamıyorsam Erzurum-Kars civarında buna bir çiftlik veriliyor. Ondan sonra bir kopukluk var. Hiç bulaşmıyor. Tesadüfen oğlu Nimetullah Haydaroğlu’na ulaştım. Nimetullah Haydaroğlu, İşçi Partisi’nin 7-8 milletvekilinden biri. Devrimci, hapislerde sürünmüş 85 yaşında bir adamdı. Şimdi öldü, Allah rahmet eylesin, ben tanıştığımda 7 sene önceydi. Gittim. Oturduk. İki tane kızı var, bir tane torunu. Ben bir iki şeyden bahsedince adam hatırlamaya başladı. Mesela, dedi ki “Ben dadılar ve lalalarla yetiştim ama Rus’tular. Biz çocukken Rusça öğrendik, babam istedi özellikle” dedi. Hukuk okumuş. Ben bir saatlik izin istemiştim, altı saat konuştuk. Arada hikayeler anlattı, ağladı. Çok duygulandı. “Ben bunları ilk defa konuşuyorum” dedi. Dolayısıyla Alper’in söylediği gibi büyük bir boşluk var, doğru. O boşluk biraz zorunluluktan, biraz bilinçli yaratılmış. Ve o boşluktan sonra onların torunları ve çocukları, adamın anlattıklarını ilk defa duyduklarını söylediler. ‘Biz babamızın böyle birisi olduğunu bilmiyorduk’ dediler. Adamın hayatı hapislerde geçmiş, mücadeleyle geçmiş ama işin diğer boyutunun farkında bile değiller. Yani bir yandan da farklı bir mücadele yapıyor bizim adamlar. Dolayısıyla zemini kaybediyorsun. Türkiye’yi mi kurtaracaksın, Kafkasya’yı mı kurtaracaksın? Kafkasya’yı kurtarmaya çalışanlar vatan haini ilan edilme potansiyeliyle Türkiye’de sıkıntı yaşadıkları için uğraşmıyorlar, Kafkasya’yı kurtarmaya çalışıp da Türkiye’yi kurtarmaya çalıştığında da rejime aykırı adam olabiliyorsun. Yani o büyük bir açmaz.

Cem Kumuk: İbrahim Haydar ile onun oğlunun arasındaki çelişki… İbrahim Haydar Kafkasya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı için mücadele ederken Anadolu topraklarına gelen, ondan sonra Anadolu’daki Kemalist hareketin Bolşevizm’le öpüşmesi, hatta Bolşevizm’in Türkiye’ye ihracı çok kuvvetli bir durumdayken “Ya sessiz kalın, sessiz kalmazsanız sürgüne gidersiniz” tehdidi altında yaşamış. Alihan Kantemir “Sessiz kalmayacağım” diyenlerden birisiydi, Sirkeci garından trene bindirildiği zaman arkasından alaylı bir vaziyette el sallayan kişi Rusya’nın İstanbul Başkonsolosu idi. Ama İbrahim Haydar, bu vaziyette bir adam, onun çocuğu Bolşevik, hem de kızıl Komünist bir adam oluyor. Ve onun çocuğu da hiçbir şey oluyor bu bağlamda, asimile olmuş.

Alper Kahraman: İbrahim Haydar beş dil biliyormuş, şu an biz iki dil biliyoruz. Söylemek istediğim şu: 60’lardan, 70’lerden sonra kente çıkmaya başladık. Aslında ha şimdi sürülmüş, ha 150 sene önce sürülmüş. Köyünde tutuyor adam. 70’lerden sonra başladı. Bizim ailelerimiz oturdu, kimisi işçi oldu, kimisi süründü, kimisi biraz tutundu. Ama ilk dertleri hayata tutunmaktı. Ondan sonra ne yaptılar; çocukları oldu, okullara gönderdiler ve düşünmeleri için para verdiler. Öğrenciliğin tarifi odur ya… Şimdi yavaş yavaş bu eğitimliler buralarda bilgiyi biriktirmeye, üretmeye başladılar. Buna bir formasyon da gelecektir diye düşünüyorum. Bu küçük küçük örgütlenmelerin oluşmaya başlamasının sebebi de budur bence. Hatta şunu gözlemlemek de çok zor değil: Biz artık siyasallaşmış profile sahip 17-18 yaşlarında olan kişilerle karşılaşmaya başladık. Daha önce işin siyasetiyle ilgilenen 24-25 yaşından daha genç olanlar yoktu. Şimdi liseden çıktığında, web sayfalarını izleyerek, dergileri izleyerek siyasallaşmaya başlamış kişiler var. Artık siyasetle ilgilenenlerin yaşı düştü. Ben mesela birkaç sene içinde ciddi bir patlama bekliyorum. Kimliğini sorgulayan, siyaset yapmak isteyen, diaspora olmaya aday ve o örgütlenmelerin peşinden gidecek bir kadro bekliyorum. Böyle bir neslin geldiğini düşünüyorum. Şimdi yapılan bütün çalışmaların da o döneme bir ön adım olarak tasarlanması gerektiğini düşünüyorum.

Cem Kumuk: Bilginin bu kadar serbest dolaşımda olduğu bir ortamda bu kaçınılmaz. Hamur da hazır, uygun ortam var. Peki bu gelişen yapı, toplumu harekete geçirebilecek, benliğini hatırlatacak derecede bir güce sahip olabilecek mi? Önemli olan bu. Elitler dediğimiz, toplumu yönlendiren, hani İngilizlerin Deli Fuat Paşa’ya “Bunlar sadece birkaç tane elit, toplumu temsil etmezler, bunlardan bir fayda sağlayamayız” dedikleri gibi, bizim şu anda gelişen bu neslimiz bilgiyi yorumlayıp, ilişkiyi yönetmeyi becerip, hem entelektüel çevrelerde, hem devletler arası ilişkilerde, hem de tamamen bir anda dönecek, bambaşka bir yüzle, halkının onu kabul edeceği, onu içine sindireceği, onunla beraber, onun arkasından yola çıkabileceği bir hüviyete bürünebilirse, o zaman biz diaspora oluruz. Buna inanıyor muyuz?

‘Ermeni diasporasının düştüğü çukura düşmemeliyiz’

Mitat Çelikpala: Burada aynı zamanda büyük bir tehlike var; diaspora olma tehlikesi… Bunun en güzel örneği Ermenistan. Ermeni diasporası ile Ermenistan artık farklı. Ve öyle bir noktaya geldiler ki Ermenistan ve Ermeni diasporası birbirinden nefret ediyor. Çünkü gündemleri ve vizyonları çok farklı. Çok farklı çıkarları var. Bizim sorunumuz şu olabilir burada: Biz Türkiye’de bir kimlik oluşturuyoruz; bu bir diaspora kimliği olmaya doğru gidiyor, henüz değil ama oluşmaya başladı. Fakat bu diaspora kimliğinin ve diasporanın gündemi ve çıkarları anavatan dediğimiz topraklardaki gündemlerden ve çıkarlardan farklılaşmaya başladı. Çünkü bizim sorunlarımız, duygusal değerlerimiz, atfettiğimiz değerlerimiz var ama sorunlarımız farklılaşıyor. Aynı Ermeni diasporasının yaptığı faaliyet şimdi Ermenistan’ı nasıl ‘öttürüyorsa’, böyle bir diaspora çukuruna, ya da bir diaspora-anavatan çukuruna bizi yuvarlayabilir bu durum. Soçi Olimpiyatları ya da benzer konularda çıkabilir bu. Dolayısıyla bunun sağlıklı biçimde teşhis edilmesi ve Ermeni diasporasının düştüğü o çukura düşülmemesi gerekir. Diaspora konusunu o yüzden çok düşünüyorum; Diaspora mı değil mi? Toplumsal liderlerin dörtte üçünde böyle bir fikir yok, böyle bir tartışma yok.

Cem Kumuk: Bizim bu sohbetimiz yayınlanıp okunduktan sonra özellikle anavatan tarafında, diasporadan dönüş yapmış kişiler bir araya gelip, bizim bu sohbetimiz üzerine değerlendirme yapıp onların da kendi görüş ve eğilimlerini ortaya koymasında fayda var. Çünkü Hoca’nın belirttiği tehdit çok çok önemli bir tehdit. Aynı şey Amerikan Yahudi diasporası ile İsrail arasında var. İsrail’in finansal kaynağını Amerikan Yahudileri sağlamasına rağmen var bu.

Alper Kahraman: Niye tehdit olarak değerlendiriyoruz bunu? Olsa ne olur?

Mitat Çelikpala: O zaman politik vizyon olmayacak. Senin bahsettiğin 1917’lerde başlayıp 30’lara kadar gelen, ne diyelim, pre-diasporik yapı, oluşmakta olan diasporanın çökme sebeplerinden bir tanesi de vizyon farklılığı ve çıkar algılamasındaki değişiklikti. O yüzden bunlar birbiriyle kavga etmeye başladılar. Bammat’la diğer ekibin birbirine düşmesinin temel sebebi de bu. ‘Anavatandakiler de baskı altındalar, modernleşemediler’ diye başlıyorsun, sonuçta 5-6 tane ayrı Kafkasya geleceği tanımlaması çıkıyor. Farklı tanımlamalar olunca asıl tehditle uğraşmadan önce birbirleriyle uğraşmaya başlıyor. Çeçenistan örneğine bakın. Ya da Abhazya’nın bir dönemindeki çatışmalara ya da şu anki potansiyel yapıya bakın. Bir de bunun içine diasporayı katarsak… Mesela ben Rus olsam diasporayı geliştiririm, kendi çıkarlarıma göre. Öyle bir diaspora oluşur mu bilmiyorum. HT/FT

Devam edecek